Nedir bu öfkenin sebebi?
Başbakan neden öfkeli? Sorunu ne? Onu niçin bu derece hiddet içinde görüyoruz? Nihayetinde Dersim meselesi kendi döneminin dışında, geçmişte yaşanan bir olay değil mi?
Evet öyle.
Ancak siyaset kürsüsünden yükselen çığlık, tarihsel alana doğru hışımla yayılırken beraberinde gerçeği arama psikolojisinden çok bir hesaplaşma psikolojisini yansıtıyor. En azından görünüş böyle.
Bu durumda yükselen çığlığa “neden hesaplaşmak istiyorsun” diye sormak lazım.
Neden?
Bu sorunun iki cevabı olabilir: Birincisi, Kurucu iktidarla hesaplaşmak ve onu halkın gözünde aşağılamak.
İkincisi de, iyi niyetle yaklaşarak, tarihsel arayış içinde olmak ve küskün gibi görülen toplumsal kesimleri kucaklamak.
Eğer başbakanın niyeti birincisi değil de ikincisiyse, bunun yolu bellidir. Siyasetin taraflı, ön yargılı, sürekli kendine yontan bencil karakterinden sıyrılmak ve bizzat bilgi nesnesinin kendine yönelmesi gerekir. Bu durumda başbakanın bizzat kendisi en az konuşması gereken kimse olacaktır. Meseleyi Kılıçdaroğlu üzerinden de götürmeyecektir. Çünkü tarihi anlamanın yolu iktidarın muhalefetle çekişmesinden geçmez. Salt gerçeğin peşinde olmaktan geçer. Öyle ise olması gereken nedir?
Sözü uzmanlarına bırakmak.
İyi niyetli bir hükümetin yapacağı şey, organizasyonu gerçekleştirmek ve uzman kadroya bilgi ve belge desteği sağlamak olabilir. Tarihsel olgularla hüküm verip, sonra da bunu iktidar gücünü kullanarak siyasi dalaşma haline getirmek gerçeğin peşinde olmanın yolu değildir.
Eğer, hükümetin asıl amacı, kurucu iktidarı dolayısı ile Atatürk’ü siyasal olarak yargılamak ve karalamak ise, bu durumda söylenecek şey, doğru yolda ilerledikleridir.
Gelişmelerin ortaya çıkış biçiminden, yönteminden ve ilerleyişinden anladığımız kadarı ile asıl mesele “yüzleşmekten” çok, hesaplaşmadır.
Yandaş televizyonlar, basın yayın organları ideolojik, yanlı, düşmanca tarih üretiyor. Birbirinden kopuk, tutarsız bilgileri doğru bilgiymiş gibi aktarıyor. Böylece iktidar ve yandaşlarıyla topyekün bir saptırmayla karşı karşıya kalıyoruz. Kimi “hatıralar topladım” deyip öznel (kişisel) kanaatler toplamını gerçek tarih gibi anlatıyor, kimi olayın özünü bırakıp meseleyi hükümetin demokratikleşmesiyle ilişkilendirerek toptancı bir yaklaşımla “ne güzel gelişme” diyor.
Bu durumda aradığımız asıl gerçeklik nerede? Elbette olayı yaşayanların yaşadıklarını dinlemek tarihe yardımcı olur. Ancak hatıraların hepsi aynı değerde değildir ve sırf hatıralarla tarih yazılmaz. Mesela Zülfü Livaneli’nin dünkü yazısında aktardığı “Atatürk’ten habersiz, o affeder diye bir grup radikal bürokratın Seyit Rıza’yı nasıl astıklarını anlatması ile herhangi bir Tunceli köylüsünün birebir yaşadığı olayları dinleyip tarih yazmak aynı değildir. O köylü, bir grup askerle karşılaşıp öznel bir durum yaşamıştır. Bu gün de öyle. Hakkâri’de her hangi bir köylü, güvenlik güçlerinden hoşlanmadığı bir muamele görmüş olabilir, ancak bir başkası görmemiştir. Bu durumda görenler ve görmeyenler ikilemi ortaya çıkar. Ben de gider kötü muamele görmeyenlerin hatıralarını toplar, “yalan söyleyenler utansın” deyip bir tarih yazar, bir çok da anekdot aktarırım. Öteki de görenleri yazar tarih yapmağa kalkar. Hangisi doğru?
Tarih bir bilimdir ve yöntemi vardır. Eğer iyi niyetliyseniz, bunu davranışlarınızda göstermeniz gerekir.