Neden kimse istifa etmiyor?
Fenerbahçe ve Beşiktaş tribünleri "hükümet istifa" nidaları ile inledi bu hafta. Sokakta veya sosyal medyada da pek çok insan, aynı çağrıyı yapıyor.
Depremin bir felakete dönüşmesine yaptıkları veya yapmadıklarıyla etki eden kim varsa sorumluluğu üstlensin istiyor insanlar.
İstifa mekanizmasının hâlâ işlediğinden umudu olanların haklı beklentileri var. Ancak depremin üzerinden 22 gün geçti ve hiç kimse istifa etmedi.
Peki ama neden?
İki açıklama
Demokratik bir ülkede "hükümet istifa" sloganları, halkın siyasal hesap verilebilirlik mekanizmasını başlatma çağrısı olarak değerlendirilirdi. Toplumsal baskı, siyasi baskıyı beraberinde getirir ve istifa haberlerini duyardık.
Türkiye''de öyle olmadı. Onun yerine, hükümetten hesap vermesini isteyenler, henüz statta polislerin müdahaleleriyle karşılaştı ve iktidar tarafından öncelikli olarak iki açıklama geldi.
İlki, MHP Genel Başkan''ı Bahçeli''nin Beşiktaş taraftarına ve camiasına tepkisi idi. Bahçeli, "Bütün kulüp başkanlarının müsabakaların ya seyircisiz ya da gerekli tedbirlerin alınarak oynanması hususunda acil ve gerekli adımları atmaları kaçınılmaz görevleridir" dedi.
Ardından İçişleri Bakanı Soylu, "Bir karmaşa çıkarmaya çalışanlar olabilir. Deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldıramayacağımızı zannetmesinler. … Ama bizim mesaimizi bölmesinler. Bölerlerse bu milletin karşı kaldığı süreçte bu millete haksızlık ederler. Ama mesaimizi bölmek isterlerse rahat böleriz. Hodri meydan" dedi.
İki neden
Bahçeli''nin ve Soylu''nun açıklamasında demokratik sistem açısından pek çok eksikliğimizin çıkarımı yapılabilir. Mesela, farklı fikirlere ve eleştiriye tahammülün olmaması, çoğulculuk eksikliği, düşünce ve ifade hürriyetinin korunmaması…
Bunlar yerine, "bizden olmayanı düşman ilan etme ve cezalandırma" anlayışı var. Hesap vermek yerine, hesap soranı cezalandırma anlayışı hâkim. Üstelik şiddet çağrışımı yapan bir dil, tehdit çağrışımı yapan bir üslup var.
Pek çok eksiklik saydık, elbet hepsinin bu süreçte rolü var ancak şu güne kadar hiçbir istifaya şahit olmamamızın iki önemli nedeni var:
Birincisi, siyasi açıdan sorumluluk kültürünün olmaması.
Oysa, demokratik bir toplumda yönetimdeki yanlışın bir sorumlusu elbet bulunur. Zira, yetki demek sorumluluk da demektir.
Sorumluluk almak, başarısızlıklar sonucu istifa mekanizmasını işletmek, demokratik unsurlardır.
Türk siyasetinde ise, dış güçler, doğa olayları, salgın veya muhalefet, yaşananlardan sorumlu olabiliyor, ancak yürütme gücünü elinde bulunduran siyasi iktidar, sorumluluğu kendisi üstlenmiyor.
İkincisi ise, yeni sistemin siyasi sorumluluğa dair hesap verilebilirliği sağlayan mekanizmalarının zayıflığıdır. Yönetimin tekçi yapısı nedeniyle, sorumlulukların yalnızca bir kişiye karşı hissedilmesi, yöneticilerin kime hizmet ettiklerini unutmalarına neden olmuştur.
Hatırlatmak adına, son günlerde adını yine sıkla andığımız Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk''ün şu sözleriyle bitirelim yazıyı:
"Yöneticiler, iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Ulusa karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar. Ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar, gerektiğinde ulusa hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler…"
***
İzninizle…
Değerli okuyucularım, yazılarıma iki haftalık bir süre için ara veriyorum. Biraz dinlenmenin ardından 19 Mart Pazar günü yine bu köşede görüşmek üzere…