Ne olacak dilimizin hâli?!
Türkçemiz “piç” edilmiştir. Standart yazı tekniğimiz yok. Zihinde yer etmiş, bir mana kazanmış kelimelerimizi atıyoruz, uydurduğumuz kelimeleri kullanıyoruz.
Elbette kelime uydurulur ama anlatmada ihtiyaca, üslûpta yeniliğe göre Türkçe kaidelere uyularak uydurulur. Buyurun uydurdum, kullanacaksınız, diyebilir miyiz? Zinhar kelimelerde (^) düzeltme (şapka) işaretine yer vermeyeceksiniz, diyebilir miyiz?
Bizde buyruk esas. Emre hemen uyuveriyoruz.
Yenileşme, Türkçemizi yabancı kelimelerden arındırma, Arapçayı, Farsçayı silme ameliyesine dönüşmüştür. Bunda maksat belli. Güya Garp’a açılıyoruz. Şark’tan uzaklaşıyoruz.
Medeniyetle tanışanlar, kelimelerle de tanışırlar. Bunun başka yolu yok. Zamanında İranlılarla, Araplarla iç içeydik. Aynı inanç dairesinde ister istemez alışverişimiz oldu.
Aşırıya gidilmedi mi? Gidildi… Hem de nasıl!
Su sıra Osmanlı Türkçesinden yeni harflere aktardığımız 1912 tarihli hacimli derginin yedinci cildi üzerindeyim. Bir bakıyorsunuz, karşınıza ilmî izahta bulunuyoruz havasında en ağdalı Arapça, Farsça terkiplerle dolu metinlerle karşılaşıyorsunuz, bir bakıyorsunuz, şu zamanda da anlaşılacak, tertemiz Türkçe metinlerle de. Demek ki, o zaman da “Türkçe” var. Niye kullanılmıyor? Yabancı kelimelerle örülmüş ağdalı cümlelerle bilgiçlik taslanıyor. Bunun başka izahı yok, diyeceğim ama dönemin kültür anlayışı böyle.
Kaç defa yazdım, felsefe, sosyoloji dallarında ilim tahsil edenlerin tezlerine bir bakın. Hakikaten bunların ilim tahsil ettiklerini düşünebilir misiniz?! Ne dediklerini bile anlamıyorsunuz. Kendi uydurdukları, sağdan soldan duydukları, Türkçe kaidelere bile uymayan kelimeler kullanmayı yenilik sayıyorlar.
Arapça-Farsçadan haberdar kimileri, elif yanında ayın, hemze, kaf (kalın k), kef (ince k), elif-i maksureleri özellikle göstermek istiyorlar.
“Gökkonuksal Avrat-Türkçenin Türkçesi” kitabımızdan aktaracağımız şu notlar bize bir fikir verecektir:
Şapka tartışmasına girdiğimiz zaman yazıyı bitiremeyiz. Sadece şapka değil; hemzeyi göstermek için kullanılan kesme “’” de bir problem olarak karşımızda... “Mes’ele”nin yazılışı gibi.
Bence hemze, ayın, düzeltme (^) işaretleri Türkçeyi karmaşık hâle getirecektir. Bunları ancak yanlış anlamaya mâni olmak için kullanabiliriz, diye düşünüyorum.
Eğer ilkokuldan itibaren Osmanlıca dersleri mekteplerimizde okutulsaydı, herkes nerede neyin uzadığını, neyin nasıl okunduğunu bilecekti. O zaman bu işaretlerin kullanılışı mümkün olacaktı.
Osmanlıcayı bilmeyenler kullandığı zaman yanlışlığa düşüyorlar. Biz daha “kaf”tan sonra gelen uzun a’nın üzerine hangi işareti koyacağımızı bile halledemedik. Prof. Dr. Şinasi Tekin’e uyup “â” mı, yoksa Prof. Dr. Nihat Çetin’e uyup “aa” mı yazacağız?
Son sözü Konfüçyüs’e bırakıyorum...
Konfüçyüs M.Ö. 6. yüzyılda yaşamıştır. Ona bir gün sormuşlar:
-Bir milletin bütün yönetimi sana bırakılsaydı ilk önce ne yapardın?
Konfüçyüs: ‘ilk önce dilini düzeltirdim.’ demiş ve açıklamış:
“Dili düzgün olmayınca söylenen, söylenmek istenen değildir; söylenen, söylenmek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır; yapılmadan kalınca, töreler ve sanat geriler; töreler ve sanat gerileyince de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılmaz. Bu her şeyden önemlidir.”
Evet, soruyoruz: Ne olacak dilimizin hâli?!