Nâzım Hikmet gerçeğine kültürel derinlik penceresinden bakış -I-

Hakkını teslim etme çabasının bir ürünü olarak görülen, Prof. Dr. Ali Kafkasyalı’nın hazırladığı “Büyük Türk Şairi Nâzım Hikmet ve Türk Dünyası” adlı kitap ön yargılardan, art niyetten, taraftarlıktan uzak kalarak anlatmak amacıyla kaleme alınmış önemli bir çalışmadır.

Nâzım Hikmet’in Türk diline, edebiyatına, kültürüne ve kimliğine hizmetlerinin yanı sıra özellikle Türk Dünyasındaki çalışmaları ve faaliyetleri üzerine bilgiler ortaya koyması kitabı daha da değerli kılmaktadır. 665 sayfalık kitabın 351 sayfa tutan ekler bölümü dışında Kişiliği ve Şairliği, Yaşadıkları, Düşünceleri ve Çalışmaları olmak üzere üç ana bölümde incelenen eser oldukça kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür.

nazim.jpg

Soyu Gagauz Türklerinden Şehit Mustafa Celalettin Paşa’ya dayanan Nâzım Hikmet,

Celalettin Paşa’nın oğlu Hasan Enver Paşa’nın iyi bir eğitim almış, batı dillerini bilen Ayşe Celile Hanım’la, Selanik’te son Türk valisi olan Mehmet Nâzım Paşa’nın oğlu olup Selanik Umur-ı Ecnebiye Müdürü olan Hikmet Bey’in çocuğu olarak Selanik’te 20 Kasım 1901’de dünyaya gelen Nâzım Hikmet’e dedesinin adı olan Nâzım ve babasının adı olan Hikmet’i birleştirerek Nâzım Hikmet adını vermişlerdir. Nüfusa yazılırken yıl hesabında 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye de doğum tarihi 15 Ocak 1902 olarak yazılmıştır.

Dedesi Mehmet Nâzım Paşa, şair olup kültürlü bir bürokrattır. Muhataba (Mehmed Nâzım Paşa’nın Oğlu Hikmet ve Torunu Nâzım’a Nasihatleri), Yekazâr (Yazma Şiir Mecmuası ve Bir Devrin Tarihi Anılar), Ahd-i Şehriyâri (Ahd-İ Şehriyârî’den Devr-İ Hamid-İ Sânî’ye Valiliğe Giden Yolda Bir II. Abdülhamid Dönemi Memurunun Serencamı) ve Kerbelâ adlı eserleri vardır. Kültürlü bir aileden gelen Nâzım Hikmet, edebiyatımızda şiirleriyle, eserleriyle ve fikirleriyle değerlendirilmekten çok, siyasi kişiliğiyle ön plana çıkarılıp yergi yağmuruna tutulan ender kişilerdendir.

“Ben Türk şairi Nâzım Hikmet” diyen Nâzım Hikmet, Anadolu dışındaki Türk toplumları için Türklüğün bir sembolü olmuştur. İspanya’nın büyük şairi Pablo Neruda, “Yanında şair sayılmam” diye yücelttiği ve bütün mazlum milletlerin “Barış savaşçısı” olarak gördüğü:

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

deyişiyle memleket şairi oluşunu haykıran Nâzım’ın; Anadolu’da, kitapları yasaklanmış, şiirleri ders kitaplarından çıkarılmış, “hain”, “satılmış”, Moskof uşağı” gibi nefret sözleriyle yerilip hapishane köşelerinde süründürülmüştür. Bir toplantıda şiir okumam istendiğinde Salkım Söğütler şiirini okuduğum için üzerime Nâzım’dan şiir okuyor diye sandalye fırlatılmıştı. Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarını bulundurmak yasak olduğu için de bazı kitaplarını yakmak zorunda bırakılmıştık. Şimdilerde ise, geç kalınmış olsa bile hatadan dönülüp şiirleri ders kitaplarına konulmuş, adı park ve caddelere verilmiş, eserleri yayımlanmış bir nevi hakkı teslim edilmiştir.

Vatan haini suçlamasına maruz kalan Nâzım Hikmet, İstanbul’un işgalinde Hamidiye Kruvazöründe stajyer teğmendir. Bütün mitinglere katılır. İşgal güçlerine karşı oluşturulan direniş gruplarının birinin de başkanlığını yapar. Beyoğlu’nda bir camiye asılan Yunan bayrağını koparıp atar ve acı olayın destanını yazar.

1921 yılında Millî Mücadele’ye katılmak için arkadaşları Vâlâ Nurettin, Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nâfız ile birlikte İnebolu üzerinden Ankara’ya geçmiş ve İsmail Fazıl Paşa tarafından Mustafa Kemal Atatürk’le tanıştırılmıştır. Atatürk’ün, “Bazı gençler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar, size tavsiye ederim gayeli şiirler yazınız” tavsiyesinin ardından cepheye gönderilmeyerek, Bolu Sultanisi Kısm-ı İptidaî muallimliğinde görevlendirilmiştir. Vâlâ Nurettin de aynı okulun Fransızca öğretmenliğine atanmıştır. Anne ve babasının ayrılmasından etkilendiği için öğretmenlikten istifa eden Nâzım Hikmet, Bolu’dan ayrılarak Vâlâ Nurettin’le Trabzon ve Batum üzerinden Moskova’ya gitmiştir.

Siyasetin yarattığı her türlü sıkıntının Türk yazarının sanatçı kimliğinin oluşumunda yazarına ödettiği bir bedel vardır. Siyasetin yazarına ödettiği bu bedel Nâzım Hikmet’in sanatçı kimliğinde ve üretiminde çok etkili olmuş, en güzel şiirlerini hapishane yıllarında yazmıştır.

Anne ve baba tarafı paşa soyu ve üst düzey bürokrat olan, konaklarda büyüyüp, özel okullarda eğitim gören Nâzım Hikmet, Anadolu insanını gerçek anlamda hapishanede tanımış, bu tanımak O’nu, 1927’de Sovyetler Birliği’nden dönerken Hopa’da tutuklanmasıyla, havasız, güneşsiz, karanlık bir koğuştan ibaret Hopa Hapishanesi’nde bütün mahkûmları basit suçlardan hapse düşmüş köylü ve kırsal kesim adamı olan, zavallı, ezilmiş, sınıfsız insan kitlesinin içine bırakmış, Anadolu insanını burada daha yakından ve candan tanıma olanağı bulmuştur. Ölene kadar da yaşantısı ve sanatı yoluyla bu hayatın tam içinde kalmış, tüm yaşadıklarını, hissettiklerini, düşüncelerini, ideolojisini, kişiliğini olanca açıklığı ile şiirlerinde yansıtmıştır.

17 Ocak 1938’de Harp Okulu öğrencilerini örgütlüyor diye, 29 Mart 1938’de orduda ihtilale teşvik suçu ile 15 yıl hapse mahkûm edilmiş, 13 Haziran 1938’de Askerî Cezaevinden Ankara Cezaevi’ne, sonra İstanbul Sultanahmet Cezaevi’ne, oradan da Erkin Zırhlısına götürülmüş, İki gün ambara kilitlenip gece güverteye çıkarılıp kurşuna dizme provası yaptırılmıştır. Bu kez de “Donanmayı isyana teşvik”le etmekle suçlanmıştır. Duruşma 10 Ağustos 1938’de Erkin Zırhlısında yapılmıştır. Görevini kötüye kullananların kurdukları kumpaslardan yakasını kurtaramayan Nâzım Hikmet yapılacakları sezerek Atatürk’e verilmek üzere suçsuzluğunu belirten bir mektup hazırlayıp savcı yardımcısına teslim etmiştir.

Atatürk’e yazdığı:

Cumhurreis Atatürk’ün Yüksek Katına

Türk Ordusunu “isyana teşvik ”iddiasıyla “Onbeş yıl ağır hapis cezası” giydim. Şimdi de Türk Donanmasını “İsyana teşvik etmekle” töhmetlendiriliyorum.

Türk İnkılâbına ve senin adına ant içerim ki suçsuzum.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Yurdumun ve İnkılâpçı senin karşında alnım açıktır.

Yüksek askeri makamlar, devlet ve adalet, küçük bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Deli, serseri, mürteci, satılmış inkılâp ve yurt haini değilim ki bunu bir an bile düşünebileyim.

Askeri isyana teşvik etmedim.

Senin eserine ve sana aziz olan Türk dilinin inanmâpçı baş sensin.

Kemalizmden ve senden adalet istiyorum.

Türk inkılâbına ve senin başına ant içerim ki suçsuzu

Nâzım Hikmet Ran

biçimindeki mektup Dolmabahçe Sarayı’na ulaşır. Ancak mektubun Atatürk’e okunmasına dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya engel olmuştur.

31 Ağustos 1938’de Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’yla İstanbul Tevkifhanesi’ne gönderilir. İstanbul Tevkifhanesi’nde sonradan adı Kuvayı Milliye Destanı olan Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazmaya başlamış, destanı Çankırı Cezaevi’nde bitirmiştir. Annesine gönderdiği destanın bir suretini annesi, Ali Fuat Cebesoy’a, Ali Fuat Cebesoy da zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye ulaştırmıştır. İsmet Paşa eseri severek okumuş ve “Anadolu Savaşını Nâzım, bu destanla bir daha kazandı” demiş ama affetmemiştir.

Yazarın Diğer Yazıları