Bin yıllık yürüyüşün türküsü Musa Eroğlu

Kentli aydın geçinen kimselerin ‘köylü müziği’ deyip küçümsediği müzik kültü, bin yıllık yürüyüşün türküsüdür. Bu türküyü havalandıran âşık, Türk töresine bağlı elinde sazı dilinde Türkçe deyişleri ile toplum içinde yaşayan, halk kaynağından kana kana içen gönül adamıdır. Bu gönül adamlarının yaşayan en önemli temsilcilerinden biri de Musa Eroğlu’dur.

musa-eroglu.jpg

Türküyü pek dikkate almayan Türk aydını, türkünün önemini Osmanlı Devleti’nin Konservatuvarı konumunda olup “Nağmeler Evi” anlamına gelen Türk müzik eğitimine kazandırdığı yöntem, icra disiplini ve nota çalışmaları ile günümüz konservatuvarlarına örnek olan, Avrupa'da yürütülen müzik eğitimi yöntemlerinin ülkemizde de uygulanmasını sağlayan Dârülelhan’ın, 1922’de İstanbul Belediye Konservatuvarına dönüştürülmesiyle, Anadolu’da başlanan türkü derleme çalışmaları sonucunda anlamış, Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu ve Atatürk’ün benimseyip desteklediği “millî musiki” anlayışı türküye kimlik kazandırmış, türkünün temel enstrümanı bağlama Türk sazları arasında saygın yerini almıştır.

Bazı sanatçılar köy kökenli olmalarına karşın, köylerini unutup, büyük kentlerin baş döndürücü yaşamı içinde büyük değişime uğramışlardır.

Mersin’in Mut ilçesine bağlı bir Tahtacı Türkmen köyü olan Kumaçukuru köyünde 1944’te doğan Musa Eroğlu’nun ailesinde herkes saz çaldığı, saz çalma babadan-dededen kalma bir gelenek olduğu için bunu öğrenmek adeta zorunluluk olup gelenek yaşatılırmış.

Müzisyen bir aileden gelen Musa Eroğlu’nun sazda/sözde ustası yoktur. Çok güzel saz yapan ve çalan babasından ilk olarak keman çalmayı öğrenir. Babası 1952’de oğlu için bir saz yapar. Köyde gelenek olarak herkes saz çaldığı için Musa Eroğlu da saz çalmaya başlar. Yaşamı boyu bütünleşir sazıyla. Hayat mücadelesi çetin koşullarda, zorluklarla, hayatla cebelleşerek sürer.

Saz söz ortamında doğup büyüyen, söyleyeceği türküleri özenle seçtiğini belirten Eroğlu, inançla birleşen güzel sanatların çok güzel meyveler vereceğini düşünür. Bir konuşmasında:

“Türkü söylediğim halkı çok iyi tanıyorum. Onların değerlerini çok iyi biliyorum. Köyde nasıl yaşıyorsam şehir hayatında da aynıyım. Halkın içindeyim. Halkım beni, ben de onları çok seviyorum” diye öz yaşamını sergilemiştir. Babasının, dedesinin ve akrabalarının önemli bir kısmının adlarının Musa olması nedeniyle köyde aile lakapları Musalar olan ve çok yoksul oldukları için ‘Tek Göynekliler’ lakabı ile de tanınırlar.

Yakından tanıdığım Musa Eroğlu, yaşamını köy-kent karışımı bir ortamda sürdüren yılın belli bir bölümünü köyde yakın akrabalarıyla geçirip, diğer yarısını kent merkezinde köy yaşamından kopmadan sürdüren ender sanatçılardandır. Saza “şeytan işi” diyenlere karşı:

Venedik’ten gelir teli

Ardıç ağacından kolu

Be Allah’ın şaşkın kulu

Şeytan bunun neresinde

diyen Dertli gibi sanatkârlar Anadolu’da güzel sanatlar için direnen insanlardır. Alevîsi, Sünnîsi hep birlikte Türk, örf, âdet ve geleneklerini yansıtmalıdır görüşünü savunan Musa Eroğlu, kendi müziğini “Asya tonları” olarak nitelendirir. Bu müzik, kopuzdan gelmiştir. Kaynağı Dede Korkut’a kadar gider. Dede Korkut’a çok önem veren Musa Eroğlu, 2007 yılında yaptığı albümüne de “Dede’m Korkut” adını vermiştir.

Musa Eroğlu, şiirleri sadece seslendirmekle kalmayıp eserlerin ruhuna da nüfuz etmektedir. Sözleri ve bestesi kendisine ait:

Böyle miydi senin ile ahdimiz

Yollarına kar mı yağdı gelmedin

Ömür geçti tükeniyor vaktimiz

Yollarına kar mı yağdı gelmedin

biçimindeki deyişi sanatta ustalığın ve mütevazılığın işaretlerindendir.

Müzik geleneğinin aktarımının ve öğretiminin meşk ve usta-çırak ilişkisi gibi pedagojik ilişki ağlarının üzerinde şekillenerek günümüze ulaştığı hatta usta çırak ilişkisinin neredeyse kesintisiz bir şekilde bu sürece yön verdiği bilinmektedir. (Behar, 2008)

Musa Eroğlu’nun çırağı yoktur; ancak kendi ismini taşıyan bir müzik merkezi vardır. Zaman zaman burada dersler de vermiştir.

Musa Eroğlu; bestecilik ve yorumculuğunun yanı sıra aynı zamanda iyi bir halkbilimi derlemecisidir. Derleme için, “Derleme halk kültürü ürünlerini bilimsel olarak tespit etmek demektir. Şu anki yapılanlar derleme değil, derlenmiş şeyleri notaya dökmedir. Bir insanın türkü derleyebilmesi için gereken vasıflar vardır. Tarih, etimoloji, edebiyat, müzik gibi pek çok alanda bilgi sahibi olunmalıdır. Beste, bir kişinin kendi yaptığı melodidir. Derleme, bölgedeki melodinin tespit edilmiş şeklidir” der.(Gökçe, 1998, S.5, s.331)

Müzik kültürü açısından çok yönlü bir sanatçı olan Eroğlu, sazı ve sesiyle türkü icrasında ekol hâline gelip, türkü yazıp beste yapan kimliğinin yanı sıra, alan araştırmaları ile de tanınıp, devlet sanatçısı unvanını almıştır.

Abdurrahim Karakaoç’un Mihriban üzerine iki şiiri vardır. İlk dörtlüğü:

Unutmak kolay mı deme

Unutursun Mihriban'ım

Oğlun, kızın olsun hele

Unutursun Mihriban'ım

biçiminde olan ve Zekeriya Bozdağ tarafından bestelenen ‘Unutursun Mihriban’ım türküsü diğeri de Musa Eroğlu’nun besteleyip okuduğu ve ilk dörtlüğü:

Sarı saçlarına deli gönlümü

Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban

biçiminde olan Mihriban türküsüdür.

Bir sohbetimizde hayat felsefeniz, yaşam tarzınız, dünya görüşünüz Abdurrahim Karakoç’a uymamaktadır. Karakoç’un Mihriban şiirini niye bestelediniz dediğimde, “Hocam, türkünün sözlerine dikkat ettiniz mi? Haddeden geçirilmiş gibi her söz en küçük ayrıntısına varıncaya kadar gözden geçirilmiş, ‘Lâmbada titreyen alev üşüyor / Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban’ sözü en şairane biçimde Türkçede uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici ifadeler içeren sevda yüklü bir şiir olduğu için besteledim. İyi ki bestelemişim” deyişi, ‘Tarife sığmıyor aşkın anlamı / Ancak çeken bilir bu derdi, gamı’ gibi deyişleri daha önce dediğim gibi ‘eserlerin ruhuna da nüfuz etmektedir.’ görüşümün kanıtlarındandır.

29.07.2012 tarihli ‘Bir Gün’ Gazetesi'nde yayınlanan: “Musa Eroğlu’nun, geleneksel ile gelenekselin bir adım sonrası diyebileceğimiz beste türkülerden oluşan son albümü “Zamansız Yağmur” da böylesine bir ortama doğdu. Daha önce, Mihriban’ı, Halil İbrahim’i, Telli Turnam’ı, Yolun Sonu Görünüyor’u ve daha nice güzel türküyü yüreğimize kazıyan “Dede”den söz ediyorum evet. Onun “Dede”liği, ne Aleviliğinden, ne süratli ama lezzetli bağlama icrasından, ne de kadife ama gür sesinden kaynaklanıyor. Ona “Dede” deyişimiz, Halk Müziği ve Halk Kültürü, özellikle de Halk Şiiri konusundaki zengin bilgi birikimi ve konuşunca ağzının içine baktıran hoş sohbetinden dolayı” görüşüne katılmamak mümkün değildir.

Musa Eroğlu, “geleneksel bir sözlü kültür ve müzik ortamında yetişen, bu yetişme sürecinde edindiği otantik değerlerini koruyarak günümüz şartlarına göre de geliştirerek geleneğin günümüze kadar taşınmasında ortaya önemli üretimler koyabilen sayılı ismin arasına girmiş, geleneksel halk müziğinin icrası, aktarımı ve öğretiminde oldukça önemli bir yerin sahibi olmuştur.” (Çevik, 2012, s. 6)

O, geleneği günümüze en duyarlı biçimde aktaranlardan olup Toroslardan kopup gelmiş bir ezgi ustasıdır.(Konuya yarın devam edeceğim.)

-------------------

KAYNAKÇA

Behar, C. (2008). Musıkiden Müziğe-Osmanlı/Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul:

Dr. Mehmet Çevik, (2013), Anonim Bir Türkü: Musa Eroğlu, Ürün Yay. Ankara

Emrah Gökçe, (Bahar 1998), Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi / Sayı 51

Musa Eroğlu, (06 Mayıs 2017), Türkü Gecesi, Toroslar Belediyesi Amfi Tiyatro ( Konser-kayıt)

Yazarın Diğer Yazıları