Milliyetçilik neden yükseldi sorusunun cevabını boşuna aramayın!

Seçimler ve milliyetçiliğin yükselişi meselesi...

Milliyetçiliğe mesafeli belli isimler, “Milliyetçilik neden yükseldi?” sorusuna cevap ararlarken, bin dereden su getiriyorlar. Milliyetçiliği ötelemek kakalamak için sürekli manevra yapıyorlar.

Daha önceki tartışmalara dair yazılarımı dün hatırlattım. Vakti olan, lütfen girsin okusun. Milliyetçiliği öteleyen kakalayan bir isim üzerinde de durdum. Bu isim bir örnek... sürüsüne kıran girsin! Bir sürüler!

O isimler, nasıl oluyorsa, millî hassasiyet gösterdiklerini yazıp söyleyen isimlerin söz sahibi olduğu yayın organlarında baş köşeleri tutuyorlar? Anlamak, anlam vermek mümkün değil!

Geçmişte, rahmetli Mehmet Niyazi (Özdemir) abi, kendisinin de yazdığı, darbe teşebbüsünde sonra kapanan bir yayın organında, el üstünde tutulan, millî hassasiyetlere bigâne ve hatta yer yer düşman birine itibarda sınır tanınmamasına çok öfkeliydi. Milliyetçileri/milliyetçi görünenleri kastederek, “Sağ cenahın hâl-i pür-melâli bu.” mealinde sözler etmişti.

Dikkat edin... Milliyetçiliği tabiî hâlinden, sunî hâle getirmek isteyenler “bagajlı, süreçli, araçsallı, acentalı, ikameli, konjonktürlü, çok kültürlü, yapısallı...” cümlelerden maksada bir türlü gelemezler/gelmek istemezler ama arada uç verirler.

Biri (İsmini yazmayacağım; isteyen girer bulur) yazıyor:

Türkiye’de hakim siyaset algısındaki ‘kök anlayış’ kimlik ve mensubiyet üzerine kuruludur. Bu anlayış, ana hatlarıyla, çok parçalı toplum fikrini tek parçalı millet kavramıyla ikame eder. / Tarihi milletler ve kültürler arası gerilim olarak tanımlayan ve süreli bir seferberlik hali olarak ‘devlet-siyaset-toplum-insan’ özdeşliği kurma eğilimi taşıyan bir yapıdadır.”

Saçmalamada sınır yok. Acaba bu zat Hüseyinzade Ali Turan’ı, Ahmet Ağaoğlu’nu, Ziya Gökalp’ı, Yusuf Akçura’yı, Sadri Maksudi Arsal’ı, Ahmet Zeki Velidi Togan’ı, Mümtaz Turhan’ı, Erol Güngör’ü... okumuş mudur?

Ve asıl 19. yüzyılda, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı’nın evirilme, sonra devrilme dönemine giden yolu hiç takip etmiş midir? Neden “Türk” denmiştir?

Ve içlerinde “Türk” yaşatıldığı hâlde, bütün anasır düşünülerek “Türk” denmemek için neden sapılmadık yol bırakmadığını, sonunda neden “Türk”e gelindiğini hiç araştırmış mıdır?

Onun nezdinde, “milliyetçiliğe” mesafe koyan, hatta bu kişi gibi “Kahrolsun Türkler, kahrolsun milliyetçilik!” demeye gelen sözler edenler kasıtlıdır, hedefleri başkadır.

***

Prof. Dr. A. Baran Dural, milliyetçilik ve milliyetçi partiler üzerine söz sahibi bir isimdir. Yine milliyetçilik üzerine araştırmalarıyla tanının İkbal Vurucu’nun son seçimlerden sonra yükselen milliyetçilik üzerine soruları cevaplandırdı.

Söz Prof. Dr. A. Baran Dural’da:

-Bugün eleştirilse de salt aldığı oy oranı sebebiyle bile, milliyetçiliğin amiral gemisi hâlâ MHP gibi görünüyor. MHP’nin İYİP’e karşı sağladığı üstünlük, bıçak sırtı denge üzerine oturuyor olsa da. Peki, MHP’nin amiral gemi pozisyonunda bulunması beraberinde neyi getiriyor? Öncelikle MHP, “ülkücülük” adı altında, “içi hiçbir zaman doldurulamamış ileride de doldurulamayacak olan bir dava” retoriği, “aksaçlılar- sakallılar gibi tamamen siyaset ve usdışı tabirler”i gittikçe çok daha fazla temsil eder hâle geliyor. Bunun doğal tümleyenleri olarak, en azından dava retoriği kadar içi kof bir “bilmediğiniz şeyler var” söylemi, neredeyse İttihat ve Terakki ile Kemalizm’i düşman addeden kof bir Anadolu milliyetçiliğiyle (köy- kasaba milliyetçiliği) birleşerek, halktan kopukluğu meziyet sanan bir yapıyı inşa ediyor. Oysa milliyetçilik bu ülkeye, bizzat Türk Ocakları’ndan doğan İttihat Terakki’nin pozitivist (olgucu), görüşleriyle birlikte geldi. Türk Ocakları bu şekilde doğarken, o güne dek kendi içinde yuvalanan İslamcıların, radikal unsurlarını “safra” misali dışarı atarak, ülkede İslamcı siyasetin doğmasına da aracılık etmişti. Daha sonra bu yapıyla çatışmaya giren milliyetçi ideoloji; Ziya Gökalp - Yusuf Akçura - Tekin Alp’in düşünsel kılavuzluğunda, I. Paylaşım Savaşı’nda onurlu bir mücadele vermekle kalmadı, zamanın şartlarında mümkün olanı elde tutarak, çağının gereklerine uygun yeni bir ülke de kurdu. Benim bildiğim milliyetçiliğin tarihi böyle başlar. Dolayısıyla Türk Milliyetçiliği, MHP’yle var olmadığı gibi onsuz da yok olacak bir akım değildir.

Bugün milliyetçilikteki çatı fazlalığı, aslında bir arada yürümenin mümkün olmadığını, çok çatılılığın bir zorunluluk olduğunu gün yüzüne çıkarıyor. Zira 21. yüzyıl seçmeninin hızla dünyevileşen değer yargılarına salt, “dava, ülkücülük” gibi kavramlarla ulaşılabileceğini ummak, akıl alacak bir iş değil. Bundan 35 sene evvel yani milliyetçi harekete ilk adım attığımız yıllarda, “Her milliyetçi gençliğinde Ülkü Ocakları ve MHP’de orta yaşlarında DYP veya ANAP’ta yer alır” der ve sözde aklı kemale ermiş büyüklerle alay ederdik. Ne kadar safmışız ve tecrübenin, siyasette ayaklarının üstünde durmak noktasında, ne büyük etkisi varmış. Meğer orta yaşa gelen milliyetçi üst kuşaklar, hayatın ve reel-politiğin sert tokatlarını suratlarında hissettiklerinde, “ülkü- dava- teşkilat” sarmalından kurtulup rasyonel (akılcı) birer birey olmayı seçiyorlarmış. Farkındaysak burada rasyonel birey olmak gençliğinde içinde bulunulan milliyetçi sürü psikolojisinden arınmakla başlıyor. Orta yaşa ulaşan milliyetçi, bindiği taksi “dava” yazmadığı, aylık ev kirasını “teşkilat” ödemediği, eşiyle arasındaki ekonomik sebeplerden doğan sorunu, “lider” çözemediği için kapağı, gerçek bir siyasal iktidar hedefi bulunan, içinde yaşanılan dünyanın meselelerine, yine dünyevî yanıtlar sunabilen bir partiye atıyormuş. Unutmayalım milliyetçilik muhafazakarlığın gerçek hayatla kurabildiği tek buluşma noktasıdır.

***

Milliyetçilik ve münhasıran Ülkücü Hareket üzerine en yetkin isimlerden Prof. Dr. A. Baran Dural’ın değerlendirmesi, son seçimlerden sonra daha bir önem kazanıyor. Devam edeceğiz.

(Baran, 10 gün önce bypass ameliyatı olmuş. Dün konuştuğumda, yeni yeni kendisine geldiğini söyledi. Tekrar geçmiş olsun, diyorum.)

Yazarın Diğer Yazıları