Milliyetçiler Günü sorgulamaları
Mesele “Milliyetçiler Günü’nü” övgüler ya da mazinin acılı hatıralar üzerinden anmak değil. Bir derin felsefi iz sürmek ve mümkünse kendi kendimizi sorgulamaktır.
Muhatap herkes ve soru şu: Türk Milliyetçileri öz eleştiriye ne kadar açık?
Türk milliyetçilerinin içinde bulunduğu ve geldiği yer açısından dünün gerçekliği ile bugünün realitesini karşılaştıran kimse var mı?
Biz sahiden demokrat mıyız? Demokrasiyi içselleştirdik mi? Madem içselleştirdik öyle ise bazılarımız neden hâlâ “hain” de bazılarımız evin esas oğlanı?
Bir siyasal kimliğimiz, bir partimiz var mı? Varsa bizi ne kadar temsil ediyor? Ne kadar kendini ve parti iktidarını temsil ediyor. Hepimizi kucaklayacak gönül gücü ve bunu besleyen düşünce zenginliği içsel enerjiye dönüşmüş müdür?
Partimiz kimleri dışarıda bırakıyor, kimleri kucaklıyor? Eğer örneğin beni dışarıda bırakıyorsa benim onu sahiplenmem ahlaki midir; yoksa kendimle çelişmem ve hatta daha ileriye gidelim kendimi inkâr mıdır?
Tamam, 3 Mayıs 1944’te bir grup Türk Milliyetçisini dönemin iktidarı tutuklattı. Tabutluklar denilen, ancak bir insanın vücut ölçüleriyle içine zor sığdığı, yatmanın, oturmanın mümkün olmadığı, içinde koca ampullerin ışıttığı sürece insanı yakıp kavurduğu derin işkenceler yaşandı...
Onları gençlere hatırlatalım. Hatıralarımızı tazeleyelim. Ancak bir de yaşadığımız ve içinde bulunduğumuz tarihsel gerçeklik var.
Biz şimdiyi yaşıyoruz. Ve şimdinin tüm olaylarına muhatabız. Mesela Kırım gitti..
Mesela, neredeyse Türkiye bölündü ve özerklik birkaç yıl içinde gerçekleşecek gibi görülüyor.
En mühimi Türkiye’de bir iktidar, kurulu rejimi yavaş yavaş yıkıyor ve yerine kendi rejimini kuruyor. Bunu yaparken çok büyük toplum mühendisliğini de başarıyla yürütüyor. Bu noktaya gelmezden evvel önemli adımlar başarıyla atıldı.
Ordu etkisizleştirildi...
Adalet sistemi çökertildi...
Devletin en önemeli sigortası olan MİT, dönüştürücü iktidarın aracı haline getirildi...
Eş zamanlı olarak her hâl ve şart altında iktidarı destekleyen medya kuruldu. Merkez medya çökertildi.
Gelecek yıl, nasıl bir Türkiye’nin hangi adla anılan yurttaşı olacağımız belli değil...
Milliyetçi siyaset tepkiselliği aşamadı. Öyle başlamıştı, öyle devam ediyor. Yaşanan gerçekliği dönüştürecek eylem ve söylem üretebildik mi?
Hayır!
Milliyetçiler Günü...
Bir sorgulama günü müdür, yoksa geçmişin iz bırakan acılı hatıralarını tekrarlama günü mü? Her ikisi de değilse nedir?
Günümüzde fen bilimleri kadar sosyal bilimler de ilerliyor. Hatta fen bilimlerinde meydana gelen değişmeler sosyal bilimlere yansıyor. Geçmişte Newton fiziği ve buna dayalı lineer (doğrusal) düşünce geçerliydi. Şimdi Kuantum fiziğinden etkilenen sosyal bilimler, kuantum (çoklu) düşünceden söz ediyor. Buna eleştirel düşünme, yansıtıcı düşünme ve yaratıcı düşünme biçimlerini de ilave ederseniz, bir kere çağdaş/muasır medeniyeti anlamamız gerekir derim.
Bir şey daha: Günümüzde yönetim, klasik emir-komuta biçiminden “yönetişim” denilen yepyeni bir anlayışa ulaştı. Herkes astlarında karara katıldığı yönetişim felsefesini seçiyor.
Olayların etkisinde kalarak tepkisel yaşayan bir fikir sistemi yerine, olayları yönlendiren ve kontrol altına alabilen, dönüştürücü bir siyaset üretmek mümkün müdür; sorusu “Milliyetçiler Günü’ne” uyar mı?