Milli/Ulus devletin sonu...
Ulus (milli) devlet egemenliğinin sonuna doğru gidiyoruz. Kim ne derse desin açık ve net olarak öteden beri sürüp gelen “milli bütünlük” anlayışı hükümet eliyle değiştiriliyor. Çok dilli propaganda serbestîsinin dayandığı zemin böyle bir gerçeği işaret ediyor. Ulus-devlet sisteminin yerini çokkültürcülük ve bağlı olarak geliştirilen liberal devlet alınca, ister istemez öteden beri hep şikayet edilen statükonun da sonu gelmiş oluyor.
Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla son bulan iperyum temelli statüko, yeniden dirilişin sembolleştirdiği, temelinde milli birlik ve onun enerjisini oluşturan milliyetçilik üzerine kurulu milli devlet modelini getirmişti. Eski statükonun yerine gelen cumhuriyetçi devlet, içeriğinde Türklük vurgusunun ağır bastığı bir enerjiden besleniyordu.
Milli görüşçüler bu teze komünistlerle birlikte itiraz ettiler. Komünistlere göre, proleter devrimin gerçekleşmesi halkların ayrışmasına bağlıydı. Onun için duvarlara “halklara özgürlük” yazıp, “tek yol devrim” sloganlarıyla küçük bir Sovyet Türkiyesi peşine düştüler.
Milli Görüşçüler ise, halifelik bağlamından hareketle, yeni siyasal sistemin “milli, milliyetçi ve aynı zamanda bütünleşmeci” duruşuna “ecdadımız” edebiyatı üreterek “Osmanlı her dilden, dinden, milliyetten insana özgürlük tanıyordu” gerekçesiyle karşı koydular. Kısacası, milli devlet temelli siyasal sistemin karşıtları Osmanlı monarşisi sonrasında kurulan yeni modeli hiç beğenmedi.
Onlara göre yeninin her şeyi sahteydi.
Yeni olmamalıydı.
Bir müddet sonra yeniye doğrudan çatamayanlar yeninin adını statüko koydular.
Statüko dedikleri şey, milli devlet, Atatürk, milletleşme ve milliyetçilikten beslenerek, hukuk devleti, yurttaş ve bireysel özgürlükler üretiyordu. Sosyalist olanlar, milliyetçiliği şovenizm, milli birliği burjuvacılık olarak suçladıktan sonra, tüm toplumu proleter(işçi) kılığında, görünmeyen bir idolün (putun) kulları/bağlıları olarak algılayıp kısaca yoldaşlaşmamızı istiyorlardı. Böylece Türklerden yine kendilerinin devleti olan TC’ye karış bol düşman ürettiler.
Milli görüşçülere göre insanları sürüleştirmenin yolu onların dini değerlerini kullanmak ve Allah’a kul olmanın yolunun önce kişiye biat etmekten (kul olmaktan) geçtiği inancını her bir Türk yurttaşının beynine kazımaktı.
Türkiye sözde darbeler dönemini sona erdirirken, aslında bir darbe sonunda parçalanmış siyasi bir kadronun türevinin ortaya çıkmasıyla bu noktaya geldi.
28 Şubatın bütün canlılığı ile ortada durmasına rağmen yapılacağı var sayılan ve fakat yapılmamış bir darbenin dava konusu olmasının sebebi budur.
1923’de kurulan milli devlet statükosunun, 28 Şubat süreci sonrasında yeniden düzenlenen siyasal alanın el değiştirmesiyle milli görüş çizgisinden saptırılarak kurulan iktidarların önce AB, ardından milli ekonominin yani statükonun kurduğu tüm KİT kurum ve kuruluşlarının satış yoluyla tasfiyesi, devamında yaratılan derin işsizlik, yoksullaştırma, ekleşik olarak çaresizleştirme ve hemen ardından yeşil kart dağıtımının yaygınlaştırılarak kitlelerin, iktidarı umut olarak görmesinin sağlanması, derken Ergenekon davasının başlatılarak iç tepkilerin en aza indirilmesi, bağlı olarak darbe günlükleri ve ötekilerin peşine düşülmesi sürecinde statükonun en muhkem mevzii olan ordunun hizaya çekilmesi, en nihayet açılım, yerel dillerde yayın ve son olarak da yerel dillerde propaganda yasağının kaldırılması ile statükonun devrilmesi başarılmıştır.
Bunu tamamlayacak olan anayasa değişikliği de gerçekleşirse bundan gerisi çok kolay olacaktır.
Hoş geldin çokkültürcü devlet. Güle güle milli devlet. Ve geçmiş olsun Türkiye. Bir Amerikan projesinin adım adım başarısını toplum mühendisliği şaheseri olarak bir kenara yazabilirsiniz. Diyalektiğe inanın: Yeni statükonun antitezleri yok mu?