Milli Eğitim Bakanı Küreselleşmeci ise
Adı “milli” olan ve Türkiye’de yediden yetmişe herkese milli olanın öğretilmesinden sorumlu olan bakanlığın tepe yöneticisi küreselleşmeci. Güler misin ağlar mısın, çatlar mısın ölür müsün? Ne yaparsan bu böyle. Hem de kendi itiraflarıyla açık ve net olarak.
Bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı’na papaz atamak gibi bir şey. Milli olanı hem öğretmesi, hem de benimseterek her bir Türk bireyinde davranış haline getirmekten sorumlu olması gereken birinin küreselleşmeci olması başka hangi örnekle açıklanabilir? Ancak, benim ülkemde her şey olur ve nitekim oluyor.
Nitekim İngiliz vatandaşı kişi de bakan.
Öyle ise Milli Eğitim Bakanı küreselleşmeci olmuş ne var bunda diyebilirsiniz.
Ama demeyin.
Zihnen ve fikren kendini ötekinden olduğuna inandırmış bir bakanın, Türk milletini düşürüldüğü çukurdan çıkarıp, yeniden Büyük Türkiye ideali ile tarihin şanlı günlerinde olduğu gibi dünyanın sayılı güçlerinden birine dönüştürmesi mümkün mü? Değil elbette.
Milli Eğitim Bakanı’nın küreselleşmeci olması bir tarafa içinde yaşadığı tarihi ve olayları doğru anlayıp, idrak edememesine ne demeli.
Bir üniversitede verdiği “Küreselleşme Sürecinde Türkiye” konulu konferansta, “küreselleşmeye taraf mı olalım, karşı mı olalım sorusunun zamanı geçti” dedikten sonra “Türkiye kendini dışarıya kapatamaz”diyerek, küreselleşmeye açık olduğunu belirttikten sonra tipik bir mantık saptırması yaptığı görülmektedir.
“Zaman zaman küreselleşme yüzünden memleketimiz elimizden gidiyor, topraklarımız metrekare metrekare yabancılara satılıyor” deniliyor. “Türkiye yerinde duruyor, bir yere gitmiyor” diyor. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ilgili maddeleriyle ilkelerinin tek tek her bir Türk yurttaşına kazandırılmasından sorumlu olan bakanın ağzından çıkan her cümle faciayı haber veriyor. Söz konusu kanun her bir Türk yurttaşının “ülkesini, milletini sevmesini, Atatürk ilke ve İnkılâpları doğrultusunda Atatürk Milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar yetiştirilmesini” istiyor.
Kürselleşmeci bakan ise, bunların tam tersini savunarak, toprak satışlarını, Türkiye’nin Küreselleşmeci güçlere peşkeş çekilmesini haklı göstermeye çalışıyor?
Dahası ulusalcılığı, dolayısı ile milliyetçiliği karalıyor. Adı “MİLLİ” olan bir bakanlığın başında kendini küreselleşmeci olarak takdim eden bir tezat oturuyor. Ey millet, milli ve müstahkem mevziler küreselleşmeciler tarafından ele geçirilmiştir diye bu durumdan hareketle bir tespit yapsam yanılmış olur muyum? Olmam herhalde.
Öyle ise haberiniz olsun. Türkiye’nin milli merkezlerinden bazıları küresel güçlerin denetimi ve yönetimi altındadır.
Küreselleşmeci sayın bakan toprak satışlarıyla ilgili olarak “Türkiye yerinde duruyor bir yere gitmiyor” diyor. Ne dersiniz? Biz de kendisine desek ki bakan hazretleri “Türkiye ne zaman bir yere gitmişti? Hangi tarihte yerinde durmuyordu? Bize söyler misin?” Türkiye her zaman yerinde duruyordu. Lakin bazen Roma İmparatorlarının elinde, bazen irili ufaklı küçük medeniyetlerin elinde. Bir ara Büyük İskender’in elindeydi. 1071’de asıl sahiplerinin eline geçti: Türklerin. Kısacası Amerika kıtası gibi Türkiye de hiçbir yere hiçbir zaman gitmedi. Ancak egemen güçler çook el değiştirdi. Bizim itirazımız işte buna. Pek sevdiğiniz o egemen güçlerin küreselleşme adı altında vatanımızı sahiplenmelerine itirazımız.
Görüldüğü gibi bizim öfkemizin sebebi belli.
Peki, siz niçin seviniyorsunuz? Benim ülkemin talihsizliğini görüyor musunuz? Adı “milli” olan ve 1739 sayılı kanuna göre görevi “her bir Türk yurttaşını vatansever, milliyetçi, anasını babasını seven, topluma karşı görev ve sorumluluklarını bilen” yurttaşlar yetiştirmek olan bakanlığının başında küreselleşmeci biri oturuyor.
Öyle ise herkese şu yurttaşlık sorusunu soralım: Ey milletimiz! Böyle idare edilen bir eğitim bakanlığı sayesinde biz başı dik, alnı yukarıda, geleceğinden emin, asla sömürülmeyen, tarihin şanlı günlerindeki gibi vakur, güçlü, uluslararası toplumda derin saygınlık uyandıran ve onlarla yarışacak yeterliklere sahip nitelikli bir Türk toplumuna ulaşabilir miyiz?