Milli birlik siyaseti dibe vurdu
ABD İsrail'in isteği ile Golan bölgesini İsrail'e vermenin peşinde. Bizimkiler meydan okuyor. Ülke içinde millet/ümmet birliğini sağlamak yerine iktidar dışı siyaseten neredeyse tamamını Kandil ve FETÖ ile yan yana ilan ederek düşmanlaştırdıktan sonra, dışarda inanç birliğini nasıl sağlayıp da "Golan Tepelerini İsrail'e vermeyeceğiz?"
Anlayan beri gelsin. Üstelik 17 yıldır yapılanlar da ortada.
Denizaltı üretmiyorsunuz..
Füze üretmiyorsunuz.
Algortmik sistemleri kurmadınız.
Uzay teknolojilerinde Batı'ya bağımlısınız.
Ekonomi başarınız sıfır.
İşsizlik yüzde 20
Kalkınma hızınız eksilerde.
Yani ayranınız yok içmeye lakin Golan tepelerini vermeyeceğiz, Suriye'ye bir gece ansızın gireceğiz. Beka davamızı unutmayacağız.
Tebrik etmek lazım.
Öyle ya sayelerinde milli birlik yok sayılmakta. Milli silah sanayi de Katar ortaklığına havale edildi. Ve bunlar yeryüzüne meydan okuyor..
Kolay gelsin.. Ne diyelim.
***
Güç kimde?
Millete ekonominin acısını unutturmak isteyen iktidar kanadı, yerel seçim siyasetini Kandil ve FETÖ üzerinden yürütüyor. Böylece, esamisi bile okunmaması gereken terör örgütlerine hak etmedikleri önemlilik payesi yüklenmiş oluyor.
Buna kötünün reklamı diyebilirsiniz.
Türkiye'nin meydanlarında adı sık sık dillendirilen bu terör örgütlerinin sınırlı gücü, olabildiğince abartılarak öylesine yükseklere taşınıyor ki, neredeyse tüm muhalefeti bunlar yönetiyormuş gibi sunuluyor.
Hâlbuki Türkiye uzun süredir terörle oldukça başarılı bir mücadele yürütüyor. Hem FETÖ ve hem de PKK/Kandil, neredeyse dibe vurmuş bir durumdayken, onlara; ana muhalefet dâhil siyasal sistemin en temel güçlerini ele geçirdiği ve Türkiye'nin politik düzenini bu yolla kontrol ettiği gibi bir psikolojik güç yüklemek oldukça şaşırtıcı değil mi?
Halkın bir kısmının oyunu bu ayrıştırmadan kendi tarafıma çekeceğim zannıyla da olsa, terör örgütlerinin dolaylı olarak böylesine yüceltilmiş olması sakıncalıdır.
***
Demokrasi neden tehdit ediliyor?
Zaten az bir demokrasimiz kaldı, onu da yeni rejimin tehdidiyle karşı karşıya getirdik.
Kılıçdaroğlu idamla, Akşener hapisle, Mansur Yavaş tutuklama ve görevden alınmayla tehdit ediliyor..
Bu durumda seçim, güçlü olanın, rakiplerini tasfiye ederek, korku, sindirme ve baskıyla kazanacağı bir ortama doğru sürüklenmiş oluyor.
Böyle bir ortamda, öncelikle kendi kendini yönetme hakkına sahip olan millete ve elbette milletin iradesine güvenilmemiş oluyor. Daha da kötüsü, millete sunulan seçenekler ortadan kaldırıma tehdidiyle karşı karşıya getirilerek bir bakıma "seçmen iradesi" tehdit edilmiş oluyor.
Peki, seçmen bu tehdit karşısında ne yapar?
Bunun sonuçlarını bir hafta sonra sandıklar açıldığında göreceğiz. Lakin aklın yolu birdir. Hangi toplumsal düzende olursa olsun seçmen/halk, iradesine açıktan tehdit getirilmesi karşısında sessiz kalamaz. Nitekim Türk seçmeni de bunu yapmayacak karşı cevabı verecektir.
Burada bir hususu daha belirtmek gerekiyor: Demokrasinin gelişmesini bekleyip ileri demokrasiye geçeceğimizi beklerken, tarımda, sanayide, bilim ve teknolojide yaşadığımız gerilemeyi siyasette de yaşadığımızı bir kenara not alalım.