MHP, siyasi sorumluluk ve Ermenistan ziyareti
Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan’a gitmesine kızıyoruz. ABD ve AB politikaları doğrultusunda davranmakla suçluyoruz. Türkiye’nin milli gururunun rencide edildiğinden şikâyet ediyoruz.
Buraya kadar her şey tamam.
Peki, kızmaya, siteme ve de eleştiriye hiç hakkı olmayanlara ne demeli?
22 Temmuz seçimleri biter bitmez, iktidar partisi ne yapacağına henüz daha karar vermemişken aniden ortaya atılıp ’Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olursa destek veririz’diyerek on adım öne çıkan MHP neden eleştiriyor anlamıyorum.
Sahi siz neden eleştiriyorsunuz?
Yoksa verdiğiniz ani kararlarla Türkiye’yi kimlere emanet ettiğinizi hatırlatmak mı istiyorsunuz.
MHP son iki cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisini ve tabanını üzecek yanlışlığa imza attı.
Ahmet Necdet Sezer’le solu memnun etmeye çalışırken Abdullah Gül’le İslamcı kesimi memnun etti.
’İyi desinler’siyasetinin sonuçlarına bakıldığında hem Tük siyasetinin zarar gördüğü ve hem de ülkücü kesimin incindiği açıkça görülüyor.
Ahmet Necdet Sezer, Atatürk’ün kurduğu ulus-devlet şemasına bağlı, milli demokratik laik Türkiye’den yana idi. Bu konuda ülkücülerle farklılaştığı söylenemez. Ancak, sıra sistemin işletilmesine, devlet bürokrasisinin düzenlenmesine, yönetsel kararlar alınmasına gelince daha çok solun yanında yer almaktaydı. İş başına getirdiği kimselerin (mesela Samsun 19 Mayıs Üniversitesi), milliyetçilerin işine son verecek kadar derin mağduriyetler yarattığı bilinmektedir.
Sezer’in mütedeyyin Müslüman’la, siyasal amaç peşinde devlet düzenini değiştirmeyi hedefleyenleri birbirinden ayırdığı da pek söylenemez. Zaten bu yönüyle Sezer, dinden pek hazzetmeyen kimse imajı vermekteydi. Dahası toplumun genel çoğunluğunu kucaklayan bir cumhurbaşkanı olmaktan çok katı, bilenmiş, uç, partizan birisiymiş hissini uyandırmaktaydı.
Abdullah Gül ise onun zıddıymış gibi duruyor.
Birbirlerinin zıddı olarak toplumu taraftarlara bölerek kategorileştirdikleri doğru.
Bu durumda olması gerekeni her ikisi de temsil etmiyor.
Olması gereken, anayasal yetkilerini ideolojik taraftar rolüyle kullanmayan, tüm kesimleri kucaklayan, devletin varlığını bu davranışıyla hissettiren bir cumhurbaşkanıdır. Ayrıca bütün parti ve ideolojilerin üstünde, ihtilaflar karşısında önemli bir ayırt edici ve devletin bekası için hakkı koruyucu, mutlak surette adaletin tesisini isteyen ve benimseyen, demokratik karakterli biri olmalıdır.
Cumhurbaşkanı, devletin varlık sebebi olan milleti hesaba katmalıdır. Çünkü millet, devleti kuran toplumdur. Ve millet, aynı zamanda tarihselliktir.
Yani?
Yani millet, dünkü, bugünkü ve gelecekte var olacağı düşünülen devlet kurmuş olan büyük toplumdur.
İşte esaslı bir cumhurbaşkanı salt şimdiki zamana kendini hapsetmeyen, geçmişte ve gelecekte var olmanın bilincinde olan kimsedir.
Tarihte böylelerine büyük adam deniliyor.
Onları özlüyoruz.
Şimdiki cumhurbaşkanlarımız, partili olmanın, eş deyişle taraf olmanın psikolojisiyle davranıyor. Zihni çok parçalı. AKP’liler ve diğerleri anlayışını üzerinden attığını söylemek zor.
Siyasi taraf olarak, AKP’nin iktidara geliş öyküsünde ulus ötesi güçlerin de payı olduğu onlarca kere yazıldı, çizildi. MHP de bunu biliyor. Buna rağmen 22 Temmuz seçimleri sonrasında ani bir çıkışla Gül’ü Cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıdı.
Aynı MHP şimdi eleştiriyor.
Bu durumda MHP, ürettiği siyasetin sonuçlarını görmezden gelerek, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan gezisini eleştirmekle doğru ve etkili siyaset yaptığını sanıyorsa aldanıyor.
Buna sorumluluktan kaçma derler.
Milletin kendisine verdiği yetkiyi Abdullah Gül lehine kullanarak, Ermenistan gezisinin önünü açtığı bal gibi ortada.
Sonuçlarından kendisi de sorumludur.
Yanlış mı?