Mehterden sonra, mehterden önce
Okuyucularım hatırlayacaktır. Mesele Osmanlı ile ilgili olduğunda yazımın içeriğinde hep şunu sormuşumdur: Hangi Osmanlı!
“Hangi Osmanlı” sorusu cevaplandırıldığında Osmanlıcılığın gerçek yüzü ortayla çıkacaktır. Çünkü Osmanlı bir tane değil, birkaç tanedir.
Bu soruya biri uyanıklık edip “hepsi!” diyebilir.
İstediği kadar söylesin. Çünkü Batı’ya teslim Osmanlı ile Batı’yı köşeye sıkıştıran Osmanlı aynı değildir.
Hele Kayı Boyu’nun saf yerli ve Türk olan Osmanlısı ile padişahların saray kapılarının ardından topluma yön verdiği Osmanlı hiç aynı değildir.
Beylik Osmanlı, en saf olanı ve en çok Türk olanıdır. Bu haliyle özü, bozulmamışlığı ifade eder. Daha bizdendir. Ve elbette daha millidir. Ancak, Batı’ya teslim olan Osmanlı, sadece sarayın geleceğini teslim etmemiştir Batı’ya. Aynı zamanda üzerinde taşıdığı kutsal kimlikleri de Batı karşısında eğip bükmüştür. Bu sebepledir ki Abdülmecit’in bir yüzü modernleşmeciliği gösteriyorsa, öteki yüzü, Halifelik dâhil, hükümran Osmanlı’nın eğilip büküldüğünü göstermektedir.
İşte “Hangi Osmanlı” diye sorarken varmak istediğimiz ayrımın derinleşecek hatları tam da burada kendini gösteriyor.
Abdülmecit, Batı karşısında çaresizliği kabullenip, ister istemez Batı’dan gelen teklifleri benimserken aynı zamanda halifelik sıfatı da geri adım atmış olmuyor mu?
Hükümdar, sıfatlarını kabullenip üzerinde taşıyorsa elbette oluyor.
Demek ki neymiş, Osmanlı, tüm zamanların en tartışılmasız, en mükemmel yönetim şeklini sunmuyormuş. Bunu söylerken şunu demek istemiyorum. Bırakalım Osmanlı’yı, geçmişte kalsın. Hiç üzerinde düşünmeyelim. Böyle söylemiyorum ben. Ben, Osmanlıcılık hayali kuranların, zaman zaman önümüze, İslami değerlerle yüklü kutsal devlet algısı koyanların, nerede yanıldıklarını anlatmak derdindeyim.
Batı’yı kabullenen Osmanlı, mesela 1773’de Mühendishane-i Bahri Hümayun mektebini Batı’dan almış ama şeyhülislamlığa bağlamıştı. Düşünebiliyor musunuz? Kimi hocaların “gâvur mektebi” saydıkları okullar, dini otoriteye bağlıydı ve buradan yönetiliyordu. Yani padişahlık, dolayısı ile halifelik, Batılı mektepleri, Osmanlı devlet yönetiminin padişahtan sonra en büyük kurumlarından birine bağlamıştı. Bu medreselerin üstünde bir değer göstergesidir.
Ondan sonra gelen tüm Batılı okullar da aynen böyle idi. Ta ki 1865’e kadar. Bu tarihten sonra Milli Eğitim Bakanlığı kuruldu.
II. Abdülhamit’e “İslamcı Padişah” deniliyordu ama iktidarı süresince batılılaşma adına en çok eğitim kurumu onun döneminde açıldı.
Kısacası her Osmanlı, aradığımız özlemleri gidermiyor. Biz, hükümran Osmanlı ile teslimiyetçileri birbirine karıştırıp hepsini aynı kefeye koyuyoruz. Yanlış olan bu.
Aradığımız Osmanlı, yükselen değerleri taşıyan Osmanlıdır. Eğer illa bir model arıyorsak aradığımız tam da odur. Emperyalizm karşısındaki yegâne modelimiz ancak o olabilir.
Aslında Osmanlı’yı mehterden sonra, mehterden önce diye ayırsak hiç de yanlış yapmayız. Mehterli Osmanlı, teslim olmayan, teslim alan Osmanlı’dır. Mehter kaldırıldıktan sonraki Osmanlı ise -mehterin kaldırılışından da anlaşılacağı gibi- Batı’ya teslim olan Osmanlı’dır.
Şimdilerde TBMM Başkanlığı bir sempozyumla mehterden sonrasını gündeme taşıyor. Yenilenlerin peşindeler. Bense Eflak’ta, Buğdan’da ovalara süzülen akıncıların peşinden koşan mehterin sesini özlüyorum.