Medeniyetimizi kim öldürdü?
Halkın önemli bir kısmı açlık, yokluk ve yeni tabirle "Derin yoksulluk" içinde. Buna karşılık, geleneksel burjuvaziye, AKP iktidarlarının 20 yıl içinde özenle eklediği muhafazakâr burjuvazi, en yüksek konfor dönemini yaşıyor.
Bu manzaraya, siyasal açıdan bakıldığında, muhafazakâr/İslamcı iktidar sürecinin, ümmet türküsü söyleyerek toplumsal katmanları ekonomik olarak ayrıştırdığını, ancak bu ayrışmanın asla dinin eşitleyici felsefesine uymadığını söyleyebiliriz. Öte yandan, benzer biçimde, AKP medyası ile çoğu tarikat ve cemaat de adım adım inşa edilen bu zengin kesimi yaratarak ayrıştırmayı destekledi. Böylece ortaya, geleneği tersyüz eden, modernliği, zenginleşme ve şirketleşme olarak algılayan yeni bir cemaat-tarikat modeli çıktı. Hâlbuki zenginleşme, tam anlamıyla bir dünyevileşmedir.
Sekülerizmin çıtasını, alt toplumsal katmandan, en üst katmana taşımadır.
Daha net söyleyeyim mi?
Bunun sosyoloji ve siyaset bilimdeki adı laikleşmedir.
Peki, tarikat nedir?
Yalan dünyanın bütün cazibesini Allah sevgisine/aşkına feda etmektir.
Bir hırka, bir lokma.
Gerisi önemli değil. Çünkü asıl olan fani dünya değil. Bu dünyada üşümemek için herkese bir hırka ve karnını doyurmak için de bir lokma yeter. Asıl olan; gerçek dünya, yani ahiret. Ona da iman ve takva lazımdır.
Bunun için tarikat ehline, gönül adamı, gönül sultanı denir. Onlar, "Gönüller yapmaya gelir." Partizanlık yapmaya değil.
Siyaset yapmaya hiç değil.
Samimi bir tarikat ehli için, iktidar, en çok uzak duracağı yerdir. Padişah sofrası dünyevileşmeyi, tarikat sofrası öte dünyayı hatırlatır.
Bu sebepledir ki tasavvuf, ona yönelenleri önce çilehaneye alır, orada; açlık, susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik iştaha karşı sabretmeyi öğretir, sonra, sabırda başarı gösterenleri kendi yolunda hizmete koşar.
Tasavvuf, Hoca Ahmet Yesevî örneği gibi, yaşarken ölmeyi bilmekle başlar.
Şimdi bir de bugünkü manzaraya bakın.
Hepsinin altında son model cip, hepsinin elinde pahalı cep telefonları, hepsinin üstünde albenisi yüksek, fiyatta kalite kılık kıyafetleri var.
Dünküler, sahici tasavvuf ehli, şimdikiler, modern birer siyaset azmanı.
Sadece yöntemleri benzer.
Her ikisi de zikir yapıyor.
Her ikisi de halka, dini öğretilerle söz söylüyor.
Eskilerin dili de, gönlü de yumuşak. İnsanın içini ısıtıyor. Bu sebeple, ister fikrini beğen, ister beğenme, Mevlana''ya kızamıyorsun. Şimdikilerin, hem dili siyasi ve hem de sert ve incitici.
Eskilerde tasavvuf, yaşayan ve yaşatılan gerçeklik, şimdikilerde tasavvuf, şekil ve biçim olarak var, fakat işlevsel olarak yok.
Eskilerde tasavvuf, içte yaşanan duyulardan beslenen, iyilik dünyası; şimdikilerde tasavvuf, derinliği olmayan kılık kıyafet biçimciliği, bir çeşit fikir işçiliği. Hatta körü körüne nedensiz itaat.
Eskilerde tasavvuf, Allah''a bağlanma kılavuzu, nedenli bir bağlılık ve samimiyete sadakat.
AKP ile birlikte siyasal İslamcılar, taraftarlarını zenginleştirirken, tasavvufu öldürdüler..
Siyasal İslam, en büyük hançeri, dinin en yumuşak tarafına indirdi. Gülü kanattı. Bülbülü boğdu. Şimdi, medeniyetimiz, medeniyetimiz diye laf çarptığına bakmayın. Medeniyeti onlar öldürdü. Ve ne yazık ki mevcut kadroyla geri gelip ayağa kalkması da imkânsız.
İktidarın yarattığı muhafazakâr burjuvazi için önemli olan, ekonomik kaynakların tek sahibi olan devleti ele geçirip, vergilerle akarı devam eden sürekli gelir kaynağını elde tutmaktır. Gerisi hikâye.