Ma’bûd böyle buyurdu!

Şüpheniz olmasın, TBMM Soruşturma Komisyonu’nda, Yüce Divan’dan kurtarılanlar, genel kurulda da kurtarılacaklardır. “Biri” böyle buyuruyor!
“Allah’sız Müslümanlık” yeni din! Bu “din” de buyruk nereden gelirse “ma’bûd” odur!
“Sivil Dayanışma Platformu” adı altında gazetelere ilân veren “İrade”, “ma’bûd”u da gösteriyor: “Siyasi kariyerlerini ve kazanımlarını ‘Sağlam İrade’nin gölgesine borçlu olanlar...”
Milletvekillerine, muhakkak, “Sizi TBMM’ye seçtiren ’ma’bûd’un başı için kara dahi olsa ’ak’yapacaksınız!” diye yemin ettireceklerdir.
Bir Deniz Feneri Davası vardı. Bu derneğin faaliyetlerini soruşturan Ankara Cumhuriyet savcıları Abdulvahap Yaren, Nadi Türkaslan ve Mehmet Tamöz, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından “görevi kötüye kullandıkları ve evrakta tahrif yaptıkları” iddiasıyla vazifelerinden alınmışlar ve mahkemeye verilmişlerdi. Üç savcı Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde muhâkeme edildiler. Bu üç savcının evrakta tahrifat yapmadığı ve görevlerini kötüye kullanmadığı hükmüne varıldı. Demek ki savcılar suçlu değil. Eski görevlerine de döndürülmediler. O zaman iddiaları doğru, denebilir mi?
Görevden kim aldırdı? O dönemde hükûmetin başında kim varsa odur diyebilir miyiz?
Bu cesur savcılardan Abdulvahap Yaren, öyle bir söz etti ki; kim yolsuzluklar ve “İslâm” üzerine kitap yazacaksa, bu sözleri “epigraf” yapmalıdır:
“Deniz Feneri’nde büyük hırsızlık olayı yaşandı. Deniz Feneri hırsızları, metreslerini şirket ortağı yaptılar, cinsel istismar için bunu şantaj malzemesi olarak kullandılar. Paralar yoksullara değil, metreslere gitti, zekât hırsızları masum gösterildi. Bunu ancak organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Bu imparator, hem altında yer alan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, hukukî zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Bu amaçla hem delilleri yok ediyor, hem soruşturma savcılarını yakından takip ediyor. Bu takibe rağmen soruşturmada istediği gibi bir sonuca ulaşamadığı takdirde savcıları soruşturmadan aldırıyor, hem de zekât hırsızlarını masum gösterttiriyor. Bu işi ancak bu organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Halk arasında bir tabir vardır; damda gezer, miyav miyav der diye. Hırsızlar imparatorunun kim olduğuna gelince, her şey apaçık ortada. İsme gerek var mı?”
Zekât paralarını metreslerine yedirmekle itham edilenler, bu savcıların soruşturdukları belli isimler. Ortaya çıkıp: “Sen madem iddia edensin, iddianı ispatlamakla mükellefsin. Eğer ispatlayamazsan müfterîsin. Kanun önünde hesap vereceksin...” diyebildiler mi?
Üzerine alınan varsa, “Hırsızlar İmparatoru” nun kim olduğunu açığa çıkarmak için savcıya iddiasının ispatını istemelidir. Devleti yönetenlerin üzerinde hiçbir “kuşku” olmamalıdır. “İmparator” dediğine göre “yüksekte” birini işaret ediyor.
Savcının yukarıdaki sözleri “İslâmcı” kesim için de bir “ayar” olmalıdır. “İslâm bu ise...” dedirtecek noktadalar. Hayrettin Karaman gibi fetvacıları varken nasıl “ayar” olacak onu da bilmiyorum ama, bu kesim “Kol kırılır yen içinde kalır.” dememeli, silkinip şöyle bir arkalarına bakmalıdır. Eğer ma’bûdları Allah’sa kendilerini hesaba çekmek zorundalar.

Yazarın Diğer Yazıları