Kutsal İktidar var mı?
Öncelikle şunu belirtelim: Tartışan Türkiye olmaktan memnunuz. Çünkü tartışan toplum aynı zamanda öğrenen toplumdur. Öğrenen toplum sürü olmaktan çıkan, kendisi hakkında karar alma yeterlikleri gelişmiş toplum demektir.
Belki burada endişe edeceğimiz husus şu olabilir: Tartışmayı doğru yönetebiliyor muyuz ve/veya tartışma beraberinde yabancılaşmayı getirir mi?
Tek adam yönetimine biat etmiş, “Liderim en iyisini bilir. Padişahımız efendimiz düşünmüşse doğru düşünmüştür. Elbet bir bildiği olmazsa söylediği gibi yapmaz” ön kabulü, düşünen, sorun çözen ve kendi kaderini yine kendisi tayin eden toplum olmayı engelleyen, buna karşılık sürüleşmeyi meşrulaştıran bir yapı oluşturur. Böyle bir yapının yerleştiği toplumların yönetim biçimimin adı demokrasi olsa bile gerçekte orada demokrasiden söz edilemez. Edilemez çünkü demokrasilerde sürüleşme yerine, kişileşme, kendi iradesini (re’yini) ortaya koyma önemlidir.
“Benim yerime başkaları düşünüyor, öyle ise bana düşen söylenene itaat etmektir” dediniz mi, beyninizin çalışmasına fazla gerek kalmaz.
Beyni “büyüklerim” dediği tartışılmaz otoritelere, güç ve iktidar elitlerine ilişkilendirilmiş bireylerin oluşturduğu toplumlar, pek tabiidir ki kendi sorunlarını da çözemezler. Çünkü sorun çözmeyi öğrenememişlerdir. Onların yerine hep başkaları düşünmüştür, başkaları karar almıştır.
İnsanları, dini söylemlerle başkalarına ait kılarak, kıpırdayamaz, haklı da olsa itiraz edip söz söyleyemez hale getirerek iktidar karşısında etkisizleştiren fikir, düşünce ve yorumlar da böyledir. Bu yöntem, mutlak hükümdarların çokça başvurduğu çoğu kere kutsallaştırılmış iktidarların yaratıldığı tarihi süreçleri beraberinde getirir.
Hâlbuki Allah hiç bir kuluna kendi yetkilerini devrederek bir nevi “yarı tanrı” özelliği vermemiştir. Hiçbir kutsal kitap kimseye siyasi iktidar vahiy etmemiştir. Ancak insanlar mutlak iktidarlar oluşturarak bunu “Allah adına” böyle yaptıklarını söylemişler, yönettiklerini “kul” kabul ederek, hüküm verip, tartışmasız söz sahibi olmuşlardır. Türkiye’ye Osmanlı modeli önerenlerin, toplumu götürecekleri yer işte burasıdır. Allah’a itaat ve samimiyet duygularını kullanarak, padişaha (yani kula) biat etmemizi, kulun mutlak iktidarını onaylayarak onun sürüsü olmamızı dinin bir gereği gibi sunanlar, toplumu dalga dalga sürüleştirmeye devam ediyor. Kendilerini “Allah’ın lütufu” görerek, halkı sürü/ tebaa, kul haline getirerek, tek adam yönetimini kabul etmemizi isteyenlerin yanıldıkları bir nokta var: İktidarların aldığı kararlar, o kararların tüm yanlışları kimindir?
Kendilerinin mi? Eğer kendilerininse o iktidar kutsal değildir ve Allah’ın da değildir. Çünkü Allah kusursuzdur, yanlış yapmaz. Yok eğer yanlışlar kendilerinin ise, bu takdirde Allah’ın kullarına hükmetme yetkisini kimden ve nereden alıyorlar. Allah, ister padişah olsun, isterse hamal herkese cüz’i irade vermiş, bu irade doğrultusunda bireysel karar alma yeterlikleri yaratmış ve bireyi aldığı kararlardan sorumlu tutarak cennet ve cehennem ile ödül/ceza sistemini getirmiştir.
Dini vicdanı kullanarak iktidarını kullanmanız önerilir, ancak kutsal iktidar yoktur.
Öyle ise? Öyle ise Osmanlıcılık peşinde koşanlar, idrakimize deli gömlekleri giydirmek ve bizi zombi yaparak tek kişinin hâkimiyetine sokmak istiyor.
Buna itirazımız var. Artık öğrenen, sorun çözen, cüz’i iradesiyle kendi kendini yöneten (amel eden) ve bundan sorumlu olan bir toplumuz.