Kundakçılar atakta! ‘Din’ düşmanlık mı?

Hatay’ın Suriye içinde gösterildiğini ilk defa bir Arap ülkesinde, üniversitede açılan bir sergide gördüm. Daha sonra çok görecektim.

1999’da İmralı’da Abdullah Öcalan yargılanırken, şehit yakını bir harita getirmiş, delil olarak mahkemeye sunmak istemişti. Mahkeme Başkanı Mehmet Turgut Okyay, o an şehit yakınına ne diyecekti ki... Haritayı aldı, baktı Arap harfleri. Salona: “Okuyan var mı?” diye sordu. Salonda, iki tarafın 10’ar avukatı, belli sayıda şehit yakını, belli sayıda gazeteci, A. Öcalan’ın birkaç akrabası, yabancı elçilik temsilcilerinden birkaçı vardı. Sonra A. Öcalan’ın avukatların hemen arkasında oturan gazetecilere dönüp sordu. Baktım etrafa, kimse el kaldırmadı.“Ben okurum.” dedim.

Barzanîcilerin haritasıydı. Türkiye’nin Güneydoğusunu “Barzanistan” içinde gösteriyordu. Arapça değil; kendilerince “Kürtçe” hazırlamışlardı. Farsçaya yakınlığından işi çözdüm. Haritayı verdim.

Ermenistan’da da doğumuzu kendi haritalarında gösterenler var. Yunanistan’da, İstanbul’u harita içinde gösterenler yok mu? Bırakın Yunanistan’ı, Ermenistan’ı, Ruslar bile Ortodoks’luğun merkezi olarak İstanbul’u kendi içlerinde görmek isterler ve bunu çok konuşurlar, çok yazarlar. Rusya içinde böyle kuvvetli bir damar vardır.

Sevr Projesi’ne, Şark Meselesi’ne hiç girmeyelim. (Mustafa Kemal Atatürk, Sevr’i özellikle “proje” olarak adlandırmıştır.)

***

Hacı Bektaş-ı Velî’yi andığımız şu günlerde, Konakçı mı, Kundakçı mı, bilemedim, fitili ateşledi. Hatay’ı Suriyelilere teslim etti. İşgalci Fransızlar olsaydı, aman terk etmeyin, siz ezan okutuyorsunuz, diyecekti.

Hacı Bektaş-ı Velî’yi niye hatırlattım? Recep Tayyip Erdoğan, Hacı Bektaş’ın vefatının 752. yılında ne demişti: “Yarınlarımız adına verdiğimiz mücadeledeki azığımız Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri'nin insanı, merhameti, şefkati, kardeşliği yücelten mesajlarıdır."

Minbere oturan, ağzını açıp gözünü yumuyorsa, Saray adına ağzını açıp gözünü yumuyor. Hâlbuki Saray Mukîmi, Hacı Bektaş-ı Velî’yi örnek gösteriyor.

Konakçı mı, Kundakçı mı, o işte, ne demişti:

Hatay’ın çoğunluğu Arap’tır. Kürt ve Arap kardeşlerimiz var orada. Hâlâ da öyle. O zaman da öyleydi. 1938’e kadar Fransız işgalindeydi. 'Sınırın içinde mi kalsın dışında mı kalsın' tartışmaları vardı. Ezan yasağı 1932’de geldi. Fransızlar, ezanı Hatay’daki Müslüman köylerinde, camilerinde yasaklamadılar. Yine Fransız işgalindeki Hatay merkezinde, köylerinde ezan 'Allahu ekber' diye okundu 1938’e kadar. 1938'de Hatay Türkiye topraklarına katıldığında ilk yapılan iş ezanın yasaklanması oldu. Yani Fransız'ın yapmadığı zulmü bu topraklarda yaptılar."

(Nusayrîler meselesine hiç girmeyelim. Kundakçı’nın haberi bile yoktur.)

***

Onun ustası Kadir Mısıroğlu “Keşke Yunan galip gelseydi.” dememiş miydi!

Nereden nereye... Kadir Mısıroğlu, Milliyetçi Hareket’e karşı Nurcuların bir kolunun şiddetli hücumuna karşı en şiddetli cevabı vermişti. (Nurcular, 1969’da, Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslamî Hareket ve Türkeş” Kitabını yayınlamışlardı. Mustafa Polat ve Bekir Berk başı çekiyordu.)

Bu cevabı bizzat kaleme almasında rol oynayan iki isim var... İkisi de yakın zamanlarda rahmet-i rahmana kavuştu: Erol Kılınç ve Zekeriya Beyaz. Erol Kılınç o sıra Sebil Yayınevi’nde çalışıyordu. Onun Damla Damla Yaşadıklarım’dan aktarıyorum:

“Bu handikapı nasıl önleyip tersine çevirebiliriz? Kadir Mısıroğlu'yla da görüşüyorum yahut Yüksek İslam Enstitüleri Talebe Birliği Başkanı olan Zekeriya Beyaz’la da. Millî Hareket Yayınevi’ndeki arkadaşlarla da. Buna Ülkücü teş­kilatlar olarak cevap versek, ne derece etkili olur, zaten gereken cevaplar birçok yetkililer tarafından veriliyordu. Kalkıp Kadir Mısıroğlu, Zekeriya Beyaz ve ben; üçümüz Kadir Mısıroğlu'nun -galiba Beşiktaş, Serencebey'deki evinde- bir akşam toplanıp bir metin kaleme aldık. Fikir üçümüzün, üslûp Mısıroğlu'nun olmak üzere, fitne bro­şürünün ana başlığı olan ‘İslamî Hareket ve Türkeş’ ana başlığını alıp, altına alt başlık olarak da ‘İftiralara Cevap­lar’ yazdık ve imza olarak da ‘Hazırlayan: Milliyetçi ve Mukaddesatçı Türk Gençliği’ dedik.”

Kadir Mısıroğlu, “Yunan Mezalimi-Türk’ün Siyah Kitabı”nın yazarıydı. Ta lisede bizi etkilemişti. Sonra öğrendim, zamanında bizzat işgal bölgelerini gezerek, birebir bilgi toplamış.

Bununla beraber, Mustafa Kemal’e karşı Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım’ını yayınlayan da o idi.

Meseleye dönelim... Konakçı mı, Kundakçı mı, ezanın Türkçeleştirilmek istenmesini “kâfirlik”le bir tutuyor anlaşılan. Kendisi herhâlde Hanefi Mezhebinden. Ebu Hanife’nin “dil”le ilgili sözlerinden bihaber.

Bu ve gibiler “din”le “düşmanlığı” eş değer görüyorlar. Vukuat belirsiz.

“Cumhuriyet”in kuruluşu bu tiplere fena batıyor. Geçmişte iktidar partisinin bir milletvekiline batmış ki, 90 yılı reklam arası görmüştü.

İktidar partisinin bir il başkanı da bir tarihte “Sizi Türk’ten kurtardık.” demişti.

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin dille ilgili sözünü hatırlatacağım: [Namazda] İsterse Arapça orijinali okur, isterse Farsça çevirisini.”

Eğer o sıra Türkçe söz konusu olsaydı, “Türkçesi”ni diyecekti, muhakkak. (Kendisinin Türk asıllı olduğu da söylenir. Belki Türkçe biliyordu.)

Benim fikrim genel kabul Kur’ân’ın indirildiği dille okunması. Ezan da başından beri Arapça okunmuş, öyle devam etmeli.

Tabiî şimdi “ezan”ı kulağımızı patlatırcasına okumayı “dinin gereği” sanıp insanın ne yapacağını şaşırtanlara karşı Ebu Hanife, hayatta olsaydı ne derdi? Aklını kullanan herkes tahmin eder.

Kadir abileri. Kundakçı ve gibilerine yolu gösterdi. “Keşke Yunan galip gelseydi.” dedi. Bu bir işaret fişeğidir.

Müstevlîler, namazında niyazında olanlara dokunmazlar. “Laliklik” demezler ve hatta istenirse, cuma namazı için iş saatini bile ayarlarlar!

İstanbul’u İtilaf Devletleri işgal etmişti. Kimsenin namazına dokunulmuş muydu?! Üstelik Padişah Hazretleri Vahîdettin Han, makamında oturuyordu.

Mustafa Kemal fitneci! İşgalcilere karşı tavır aldı. Anadolu’yu örgütledi. İngilizleri huzursuz etti. Sevr’e dur, dedi, Ermeni devletinin kurulmasının önüne geçti.

Hatay’ın meselesi imamın meselesi değil. Siyasîler, bunları tartışıyor. İmam, namazını kıldırsın. Cumada hutbe hazır geliyor zaten. Vaiz Kur’ân ve sünnet ışığında insanlarımızı aydınlatsın.

Siyasete girerseniz, insanlarımızı kamplaştırırsınız. Taraf hâline getirisiniz. Düşmanlık ekersiniz

Buna “kundakçılık”tan başka ne denebilir?!

Yazarın Diğer Yazıları