Kadın-toplum-din ve haklar
Erkekler günü var mı?
Yok...
Ama kadınlar günü var ve o gün bugün.
Dünyada "kadınlar günü" diye bir günün var olmasının temel nedeni, cinsiyetçi bir ayrımdan çok, kadınların ilkel toplumlardan tarım toplumuna geçişle beraber yavaş yavaş iktidar gücünü kayıp etmelerinden kaynaklanıyor.
Özellikle, ilkel toplumlarda kadınlar, aile içi baskın ve belirleşici bir karakterken, tarım toplumlarında bu etkisini kayıp etmeğe başladı. Çünkü erkek, fiziksel güç olarak öne çıktı.
Savaşlarda, devlet yönetiminde, askerlikte, avcılıkta hep erkek baskındı. Dolayısı ile güç sahibi olarak kadının önceden var olan yetkisini elinden aldı.
Kadın merkezli toplumlardan, erkek merkezli toplumlara ve soy bağlarına geçiş oldu. Bu durum, beraberinde itaat kültürünü de doğurdu.
Kadın artık, erkeğine itaat etmesi gereken bir varlıktı.
Kadın, sahiplenilen bir şeydi.
Zamanla, kadın namus sayıldı.
Ve dinler, kadınları yeniden tanımladı ve onlara rol biçti. Bu biçilen rol, Tanrı'nın istekleriyle her zaman uyumlu muydu derseniz, cevabım 'hayır' olacaktır.
Neden Allah'ın istedikleri her zaman tamı tamına yapılmıyor da, tüm dinler aynı kaderi paylaşarak, ortaya yeni bir davranış kalıbı çıkıyor? Çünkü insanlar sosyal ve dolayısı ile de kültür yaratan varlıklardır.
İnsanların gelenekleri ve töreleri var.
Olmasa da, ihtiyaç duyduğunda üretiyor.
Sonra ürettiklerini sahipleniyor.
Yetmiyor o kalıpları çağdan çağa taşıyıp götürüyor.
İşte bu varoluşsal yapı, sonunda dinlere de tesir ediyor. Bir bakıyorsunuz bir, Allah'ın gönderdiği ve haliyle vahyettiği din var, bir de zamanla yorumlana yorumlana yeniden biçimlendirilen bambaşka bir din var.
Nasıl oluyor bu?
Her din, bir kültürün (inançlar ve değerler sisteminin) içine iniyor ve orada kendine yer açıp yaşam alanı yaratmaya çalışıyor. Vahyin bir mıknatıs gibi kendine çektiği insan grupları, gelen mesajları (dini iletileri) süreç içinde kendi kültürüyle yorumluyor ve uyum sağlayacağı bir yaşam pratiğine dönüştürüyor. Böylece gelen dinle (vahyi kast ediyorum), yıllar sonrasında ortaya çıkan biçimi arasında fark oluşuyor.
Örneğin, Türk toplumlarında hiçbir zaman cariyelik olmadı. Aynı şekilde kölelik de yoktu.
"Neden yoktu" derseniz, cevabı gayet basit. Çünkü çobanlık kültürü, konar göçerlik, bu yaşam düzenini taşıyamazdı. Türklere köle değil, çoban lazımdı. Tarımla, ekim dikimle bir işimiz yoktu ki köleye ihtiyacımız olsun. Topraklar bize yurt tutmak ve bir de atlarımızı koyunlarımızı otlatmak için lazımdı.
Lakin gelin Araplara.
Geçin Avrupa'ya.
Durum farklı.
Hem kölelik ve hem de cariyelik vardı.
Kadının değeri bizimle eşit değildi.
Kadın, her zaman cinsel bir objeydi. Çok eşliliğin kaynağı olmasının nedeni buydu. Dolayısı ile bu kültür, kadınla ilgili İslami yorumları, her zaman çok eşlilik ve onun meşruiyeti üzerinden yaptı. Kadına tanıdığı özgürlükler, İslam'dan önceki ile İslam'dan sonraki arasında çok büyük fark yaratmadı. Bakın fıkıha.
Bütün Arap yorumcular, çok eşliliği İslam hukukunun temel konusu yapmışlardır. Kadını eve hapsetmişler, binalarda balkonları yasaklamışlar, evlerin dışarıya açılan kapılarının önüne duvar çekip avluya almışlardır.
İslam dünyasında, pasifleştirilmiş, yaşam alanları daraltılmış, özgürlükleri, erkeğin iki dudağı arasından çıkacak söze bırakılmış mümin kadınlar hukuku vardır. Ulemaya sorarsanız bunu Allah istemiştir, lakin vahye bakarsanız, bu tamamen ulemanın kendi yorumudur. Allah kadın kullarını, erkeklerden farklı olarak hak yoksunu bırakmamıştır.
Türkiye'de kadın hakları, ister istemez bu tarihsel şablonun yarattığı kültürle karşı karşıyadır. Dolayısı ile kültürden kaçış veya büyük kültür değişimi o kadar kolay değildir.
Kadınların önünde daha çok yol var.