‘İşte Gerçekler’ ve ‘kıymet’e binmiş Öcalan (2)

H. Attilâ Uğur’un “Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım -İşte Gerçekler-” kitabında anlattıkları, Jandarma İstihbarat Dairesi görevlisi olarak İmralı’da sorguladığı A. Öcalan sorgu zaptının bir özeti.
(Bu sorgu zaptının tamamı “İmralı’daki Konuk” kitabımda olduğu gibi, iddianamenin, Öcalan’ın savunmalarının tamamı da vardır.)
Atillâ Uğur, 147 sayfalık kitabında araya sık sık giriyor, geçmişe gidiyor.
Atillâ Uğur aslında şunu yapsaydı... Muhtemelen sorgu zaptı elindeydi. Doğrudan bu zaptı açsaydı. Çünkü zaptı yazıya geçiren birçok yerde hata yapmış. Bunlar bizim görebildiğimiz maddî hatalar. Belki Atillâ Uğur atlanmış, yanlış yazılmış yerleri düzeltirdi.
Öcalan muhakeme edilirken, o da salondaymış... Kitabında yer yer bahsediyor.
Çok olay yaşandı bu salonda... Hepsini tek tek not ettim. Meselâ Atillâ Albayın bahsettiği Yıldız Namdar hemşirenin anlattıkları... (Konuşmasının tamamı kitabımda.) Yer yerinden oynamıştı. Atillâ Albayın bilmesi lâzım... Belki duruşmalar kameraya alınmıştır. Keşke Yıldız Hemşirenin çıkıp hâkim kürsüsünün önünde sol tarafında cam kafeste oturan A. Öcalan’a dönerek bir taraftan ağlayıp bir taraftan “Biz size ne yaptık!” haykırışları halka seyrettirilse... Yıldız Hemşirenin konuşması sırasında Mahkeme Başkanı Mehmet Okyay bile gözyaşlarını tutamamıştı. Gazeteci Ferai Tınç’ın hıçkıra hıçkıra ağlayışını görmüştüm. Yanımda oturan Bursa Haber gazetesinden Cennet Cankılıç, hem hıçkırıyor, hem not alıyordu. A. Öcalan’ın avukatları ve en arka sırada oturan yakın akrabaları donuk, öylece oturuyorlardı. Hepsine salonda dikkatle baktım; hiç etkilenmemişlerdi. A. Öcalan bile bir ara ayağa kalkıp başını önündeki kürsüye eğip eğip kaldırarak “Acınızı paylaşıyorum” diye mırıldanıyordu. Etkilenmeyen bir grup da davayı takip eden yabancılardı. Hadi onlar Türkçe bilmiyorlardı... Ya diğerleri? Beni uzun zaman düşündürmüştür. Bölünme, duyguları da köreltmişti.

***


Atillâ Albayın kitabında Bir Kızıltepe örneği var... Bugüne de ışık tutacak bir örnek.
Atillâ Uğur, Mardin’in Kızıltepe ilçesi jandarma birliği komutanlığına tayin edilir. Rütbesi yüzbaşıdır. Yıl ise 1993.
Terör yüzünden akşam ezanında halk evlerine çekiliyor, dükkânlar haftada üç gün kapalı. PKK’nın hâkimiyeti tam... Korku her tarafı sarmış. Devlet yok ortada... Örgüt halktan “vergi” adı altında haraç topluyor, vermeyenler, destek olmayanlar cezalandırılıyor.
İnsanlarımız, “devlet”i yanında göremeyince, ister istemez PKK’nın hâkimiyetini kabul ediyor ve dediklerini yapıyor.
Attila Uğur, mülkî amirlerle bir araya gelip “devlet”i hissettirmek için kolları sıvıyor ve tez zamanda netice alıyor. Halk korkuyu üzerinden atınca devletle birlik oluyor.
Kitapta daha ayrıntılı bilgi var. Burada “devlet”in kendisini gösteremezse halkın nasıl baskıya uğradığını ve baskı yapanların istediklerine uymak zorunda kaldıklarını bir örnekle göstermiş oluyoruz.

***


PKK ile pazarlığa oturanlar onun eylemlerine ister istemez göz yumarlar. Recep T. Erdoğan hükûmetlerine bakıyorum, maalesef askerin PKK ile mücadelesinde hiç oralı olmadılar, hatta önünü kestiler.
PKK ve A. Öcalan’la MİT mensupları ve diğer devlet erkânının görüşmeleri ayrıntılarıyla ortaya çıkarılmalıdır. Bu müzakerelerin devleti gevşetmesi yüzünden kaç insanımızın şehit düştüğünü, kime ne verildiğini öğrenmek bu toprağın insanının hakkıdır!
Şu aklıma geldi... Ak Parti hükûmet kurduğundan beri, devlet adına PKK ile mücadele edenlerin ne gibi zorluklarla, ne gibi engellerle karşılaştıklarını, ne gibi tecrübeler yaşadıklarını kanunların izin verdiği ölçüde yazmalıdırlar. O zaman insanlarımız PKK ile görüşmelerin neleri getirdiğini ve neleri götürdüğünü görecek...
Ayrıca (çok önemli bu);
Bahsettiğim hatıraların yazılmasıyla, sonra değişik isimlerle adlandırdıkları, özü ise “PKK açılımı” olan, asıl meseleyi gözden kaçırtmak için, bir sürü “açılım” icat eden R. T. Erdoğan ve arkadaşlarının, bu “PKK açılımı”nın bir pazarlık neticesi mi olduğu, istidlâlle (çıkarımla) öğrenilecektir.

Yazarın Diğer Yazıları