İslâmcılık ve mantık
“İslâmcılık”ı tartışıyorlar. Tartışma yeni değil; Tanzimattan beri masada muhkem yer tutar!
Tartışanların hesapları farklı farklı... İşi ajanlığa kadar getirdiler. “Ajanlık”, meselenin künhünden daha câzip. “Ajan” zamanında her grubun içinde vardı. Bir partinin genel başkanı MİT’e avukatı aracılığıyla dilekçe verip “temiz kâğdı” bile almıştır! Zamanında Süleyman Demirel de masonlukla suçlanmış, fazla bunaltılınca mason localarından “temiz kâğıdı” istemiş ve AP’de ilk genel başkanlık yarışına öyle girmişti!
Geçmişte ilim ve fikir adamları, “Acaba, Osmanlı’nın ’hasta adamlık’tan çıkışına bir medar olur mu?” diye değişik fikir akımlarını gündeme getirmişlerdir.
Batılılaşsak da mı kurtulsak, İslâmlaşsak da mı kurtulsak, Osmanlılaşsak da mı kurtulsak, Türkleşsek de mi kurtulsak tartışmaları, o dönemde anlamlıydı. Tartışma bir bakıma neticeye bağlanmıştır: Türkleşelim kurtulalım! Hâlbuki tartışmanın en zayıf halkası “Türkçülük”tü... Neden “Türk” galip geldi? Önce buna kafa yormalı. (Yazıyı Yazdıktan sonra Taha Akyol’un dünkü yazısına gözüm ilişti. Aşağıda vereceğim.)
Tartışanlar arasında Cevdet Paşa, Namık Kemal isimleri geçiyor. Prof. Dr. Kâmıran Brand (1917-1964)’ın “Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi” nde çıkan ve sonradan kitaplaşan makaleleri tartışmaların mahiyetini özetleyecek niteliktedir. Bilhassa Cevdet Paşa ve Namık Kemal’i ele almıştır.
Cevdet Paşa, Avrupa’ya bakarak cumhuriyeti batıl telakkî etmiş, “hükûmet-i İslâmiye” istemiş, hilâfetle saltanatı birleştirmiş ve padişahı için “imamü’l-Müslimîn” demiştir. Ona göre, fırkaların (partilerin) varlığı akıldan baîddir (uzaktır).
Namık Kemal, bir adım ileri gitmiş, İslâmcılıktan sapma söz konusu olmadan, parlamenter bir sistem istemiştir. Üç kademeli, devletin, ümmetin ve ayanın (“seçkinlerin” diyebiliriz) meclisini gerekli görmüştür. Ama mutlaka padişahlık olacaktır; çünkü, “O vazife-i adaletin icrasına şer’an memurdur”. İslâm için de “İslâm dini birliği buyurur, cins (ırk) ve dil gibi dünyaya ait olan şeylerde ayrılık gözetmeyiz.” der. Osmanlıcılığa da bu çerçevede bakar. (“Aydınlanma Devri Devlet Felsefesinin Tanzimatta Tesirleri”, Kâmıran Birand Külliyâtı, Akçağ Yay.)
Yakın zamanda iki isim Prof. Dr. Erol Güngör (“İslâmın Bugünkü Meseleleri”) ve Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak (“Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası”) tartışılan konuda, muhakeme yürütmek, taşları yerine oturtmak için ufuk açıcı bilgiler verirler.
Yol ayırımındaki tartışma Akçuraoğlu Yusuf’la başlar. Akçura “Üç Tarz-ı Siyaset” te Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük’ün olurunu olmazını bir bir sayıp dökerek yeni bir kapı araladı. Ardından kızgın cevaplar geldi. Bu tartışmalar 1904’te oluyor. Endişe büyük: Osmanlı gidiyor... İmparatorluk miadını doldurdu, ne kadarını kurtarabiliriz!
Art niyetsiz mantık yürütürseniz aynı neticeye varırsınız.
Taha Akyol’u okuyalım: “İttihatçılar Türkçü değil Osmanlıcıydı. Arnavutları, Rumları, Ermenileri kucaklayarak devleti kurtarmak istediler. Türk milliyetçiliğine yönelmeleri İmparatorluğun dağılmasının sebebi değil, sonucudur.” (“Batılılaşma mikrobu”, Hürriyet, 11 Temmuz 2015).,