İslamcılık küresel sermayeye yenik düştü

Gazetelerin, “yabancı sermaye” adı altında Türkiye’ye sokulan ve para kaynaklarının başına konulan yabancıların 2003-2007 arasında 22 milyar doları kendi ülkelerine aktardıklarını okuyucularına duyurduğu günlerde Türkiye’nin bir başka yabancı himayesinde başına bela edilen terör ile ilgili operasyonlar da sürüyordu.
Türkiye’de iş başında bulunan hükümetin beslendiği ideoloji ise, tam bir aymazlık içinde gelişmeleri seyretmekle meşgul. Adını İslam’la ilişkilendiren medyanın okuyucusuna ve fikri kaynaklara olan saygısı dikkate alındığında durum oldukça vahimdir.
Bankacılık sektörünün yüzde 42’sini, borsanın da yüzde 71’ini elinde bulunduran uluslar arası sermaye, cari açığın dev gibi büyüyerek ülkenin üzerine ha düştü ha düşecek denildiği bir sürecin önemli sorunu olarak en az terör kadar geleceğimizi etkiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin kurucuları arsasında yer aldığı halde, partisinden bir daha aday olmayan Abdüllatif Şener’e bakılırsa, durum çok iyi değil. Gerçi durumun iyi olmadığını pek çok kimse zaten yazıp çiziyor ve olabildiğince halka anlatıyordu ama hükümet yanlısı İslamcı medya bunun abartı olduğunu ve korkulmaması gerektiğini söylüyor.
İşin garip yanı, türban konusunda hassas olduğunu belirten medyanın bu kısmı, Müslüman malının ehli salibe peşkeş çekilmesine bırakın ses çıkarmayı bir de gelişmeleri okuyucusundan gizleyerek, İslam’ı yabancı kazanımları adına bir örtü olarak kullanarak, dindarlaşmayı yozlaştırıyor.
Öte yandan ekonomi dergilerinin yayınladığı yeni zenginler listesinde adı geçenlere dikkat edildiğinde AKP yanlısı pek çok kurum ve kişinin iktidar sayesinde epey kazanç elde ettiği açıkça görülüyor. Durum bu kadar açık olmasına rağmen aynı medya, haramdan yana savunmada kalmayı “Müslüman kimliğine” zarar görmüyor.
Ne hazin!
İslamcı siyaset ve destekçisi medyanın, topluma yansıyan söz, yazı, fiil ve davranışlarıyla, samimiyet ve dine bağlılık sınavında ki tavizkârlığı açık ve net olarak belgelenmiştir.
Sadece ekonomik tutum ve davranışlarda değil, aynı zamanda milli meselelerde ve önemi büyük olan politik konularda takındıkları tavra bakıldığında da durum aynıdır.
Türban ile samimiyet sınavı verdiklerini sananların, toplumsal miras konusunda çok cömert oldukları artık herkesin bildiği bir gerçektir.
Hiç şüphesiz burada tek kusurlu olan İslamcı medya değildir. İslam’ı öne sürerek siyaset yapan pek çok cemaat önderi ile bürokrat kadroların durumu da aynıdır.
AKP sayesinde devlet bürokrasisinin en tepedekinden en alt kademedekine kadar genel çoğunluğu imam-hatip ya da ilahiyat mezunu kimselerle dolduruldu.
İşte bu kadronun hükümran olduğu Türkiye’de Batı’ya verilen siyasi tavizlerin haddi hesabı yok.
Topyekün böyle bir camianın yetkili olduğu bir Türkiye’de “gemicikler” alınıyor, devlet adamlarının lise birinci sınıfta okuyan çocukları dev mısır şirketleri kuruyor.
Ülke nüfusunu oluşturan Müslüman halkın, milli mirası olan başta arazi olmak üzere ekonomik kaynaklarının çoğu satılıyor. Ancak her ne hikmetse dini vicdandan en ufak bir ses gelmediği gibi bir de bütün olup bitenleri savunuyor.
Kadınlarını başına örtmede savaş naraları atan muhteremler, ülkenin milli kaynakları ve pek tabii ki mahremleri giderken olabildiğince mütebessim.
İlginç değil mi?
Merak ediyoruz: Alnı secdeye gittiğinde bunca olan bitenler aklına gelip de Allah’tan utanmıyorlar mı acaba?

Yazarın Diğer Yazıları