İslamcı siyasetin tükenmişliği
İsteyen istediği kadar sayıp söylensin. Biz, toplum olarak dürüstlüğe önem vermiyoruz. Devleti soyup götürmeler, insanları hapislerde çürütmeler, adaleti zorbalığa dönüştürmeler ve bir türlü gelmeyen insan hakları, güzel dini çirkinlerin elinden kötü gösteriyor.
Türkiye’de de dünyada da İslamcı siyaset, tüm zamanlar için geçerli ahlak ve doğruluk standartlarının gerisinde kaldı. İslamcı siyaset, İslam’ı tüm dünya önünde zalim, zorba, insan hakları tanımayan vahşetin yolcuları olarak göstermektedir.
İslam dünyasında ağır basan vahşet kültürüne bakınız.
İyi ki internet var. Yoksa bunları biz söylüyoruz diye bizi iftiracılıkla suçlayabilirlerdi.
İşin daha vahimi; meseleye Suriye açısından bakarsak, Türkiye, hak ve adalet konusunda, insan haklarının İslam ülkeleri içinde öncüsü modeli olan bir ülke olması gerekirken, vahşetin besleyicisi durumuna getirilmiş durumda.
Bütün bu olanları seyreden halkımız ise kılını kıpırdatmadan, hiç tınmadan iktidarın arkasında durmaya devam ediyor.
Hani dürüsttük?
Hani Müslüman’dık?
Hani Allah dediğimizde akan sular duracaktı?
Hani yalnızca “hakkı üstün tutardık?”
Demek ki değilmişiz.
Peki neden böyle davranıyoruz?
Ne diyor kültür? “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”
İşte bu!
Rakı yasağına gelince tam bir Müslüman’ız. Başörtüsü denince ayaktayız. Peki, imanın özünde, adalette, insan haklarında, vahşet ve kin deryasına döndürülen İslamcı zorbalıklarda neredeyiz?
Yan yanayız. Hükümetimiz Esad yönetimini cani ilan ediyor ama öldürdükleri adamın kalbini söküp ısırdıktan sonra “Allahuekber” diyen canilerle arasına mesafe koymuyor.
Dikkatle bakınız lütfen. Bedevi kültür hortlamış durumda. İslam bayraktarlığını cinayete, kasaplığa, acımasızlığa, suçluyu suçsuzu ayırt etmeden genelleştirmeye vardırmış. Öyle ki hayvanlara yapılmayacak eziyetleri insanların hem dirisine ve hem de ölüsüne yapıyor. Eğer internette bunları yayınlamasalardı, belki de “iftira” diyecektik.
Ama gördük. Hele boğazlarını kestikleri Suriye askerlerinin, teker teker boğazlanışını İslam’a hiç yakıştıramadık. Bu bedevi kültürü tanıyoruz aslında. Hatırlayın; Hz. Peygamber’in hoşgörü, yumuşak huyluluk, salt adalet ve dürüstlük üzerine kurduğu düzeni, Muaviye, Sünni ve Şii ayrımına ve beraberinde şiddete dönüştürmüştü. İşte aynı zihniyet şimdi Suriye’de canlanmış Reyhanlı’da kendi dindaşlarını bomba tuzaklarıyla katlediyor.
Türkiye’deki hükümet, bu durumu bildiği halde susuyor, gerçekleri halktan saklıyor. Hatta Suriye’deki iktidara muhalif oldukları gerekçesiyle bu canileri İslam adına destekliyor. Böyle bir durumu “İslam” ile ilişkilendirenler karşısında “dindarım” diyen küme ve gruplar tınmıyor, kendilerine “Müslümanlar” diye ayrımcılıkla manşet atan gazeteler, yazarlar, ikide bir “İslam, İslam” deyip ayağa kalkanlardan çıt yok. Haksızlık karşısında “dilsizce susuyorlar.” Rakı yasağı, başörtüsü, cami yapımı gibi biçimsel Müslümanlıkta taviz vermiyorlar ama imanî ve felsefi Müslümanlıkta, bütün günahlara gönüllü olarak ortak oluyorlar. Öyle ise ’Siyasal İslamcılık’Suriye’de katliam ve cinayet, Türkiye’de olup bitenlere karşı suskunluk ve destek biçiminde bütün günahları meşrulaştırmaya çabalıyor.
Çok daha vahimi Amerikan politikalarının yedeğinde olmayı içlerine sindiriyor.
Bunun adına tükenmişlik derler.