İşçi başbakan, üniversiteleri görmüyor bile
“Ben işçiydim” diyor Başbakan, Türk-iş kongresinde. Geçmişini orada bulanlarla eşitleyerek psikolojik yakınlık sağlamak istiyor.
Doğrudur.
İşçi olarak işe başlamıştır.
Beyana diyeceğimiz olmaz. Ancak işçi kalsaydı Başbakan olamazdı. İşçi kalsaydı, gemileri olamazdı.
İşçi kalsaydı oğulları ve damatları kesinlikle ülkenin birinci sınıf yaşam alanlarına sahip olamazdı. Ve işçi olarak kalsaydı, emin olunuz bu konuşmayı da yapamazdı. Hatta işçi olarak kalsaydı, bir trilyonluk servet beyanında kesinlikle bulunamayacağı gibi, zam beklemeye devam ederdi.
Geçmişte işçi, şimdilerde hem başbakan ve hem de çeşitli fabrikalarda ortaklığı ile patron olan bir başbakanın “işçinin yanında olacağım” cümlesini nostalji olarak algılayabiliriz.
Nasıl işçinin yanında olacaksınız?
Artık roller değişmiş.
Çalışan yerine çalıştıran.
İş isteyen yerine iş veren olmuşsunuz.
Haydin onu da geçelim.
Bir parça eskiye hürmetle işçinin yanında olacağını kabul edelim, ama kesinlikle memurun yanında olmadığını cümle alem biliyor.
Daha bütçe görüşmeleri sürüyor.
Bizzat Başbakanın ağzından açıklanan enflasyon rakamları da ortada.
Bir ay gönce açıklanan memur zammı ile ikisi bir araya getirildiğinde, ortalama zekaya sahip her akıl sahibi pek alâ anlar ki, memur zamları denilen ucube, enflasyonun altındadır.
Neden ucube?
Şundan: Memur zammı denilen şey asılında bir zam değildir de ondan.
Kendisini işçi olarak tanıtarak çalışanlara “ben de sizdenim” demeye getiren Başbakanın yönettiği ülkede, bizzat kendi ağzından itiraf ettiği enflasyonun altında bir artırım zam olmaz.
Memur zamları konusunda en fazla mağdur edilen kesim üniversite personelidir.
Özellikle öğretim elemanları, hükümet-YÖK arasındaki gerginlikten olumsuz etkilenmiştir. Çünkü hükümet, YÖK yönetimine olan kızgınlığını üniversite personeline olumsuz yansıtmıştır.
Üniversitelerde çalışan okutman ve öğretim görevlilerinin ders ücretleri, ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenlerle aynı seviyeye gelmiştir.
Öte yandan çalışma güçlüğü olmayan bütün üniversitelerdeki Doçentlerin maaşı, kıdemli bir hemşirenin aylık ücretine eşitlenmiştir.
Başbakan, işçinin derdinden anladığını söylüyor. İçinde ve yüreğinde hissettiğini duyuruyor.
Doğrudur.
Lakin “Bilimsel çalışma yapmadınız. Hiçbir başarınız yok” diyerek suçladığı üniversitelerde çalışma hayatının, kötü ve yetersiz ücretlendirme sonucu tüketildiğinden hiç söz etmediği de doğrudur.
Bu durumda üniversite hocalarının kendisine o meşhur benzetmesini hatırlatarak şöyle demesi gerekir: “Bekâra karı boşamak kolay. Sen gel bin 500 YTL. aylık maaşla, bilimsel yayınları takip et, araştırma yap ve sonra da dünyada ilk sıraya gir de görelim.”
Haksız mıyım?
Sayın başbakanımız geçmişinde işçiymiş ve işçinin derdinden anlarmış.
İcraatlarından belli oluyor.
İdaresi altında bulunan kalifiye elemanlar, üst düzey iş gücü sahipleri tekniker düzeyinde ücretle yaşamaya devam ediyor.
Gece bölümleri olmayan, gelişim güçlüğünden yararlanmayan onlarca üniversite çalışanı bu sözleri şaşkınlıkla izliyor.
Türkiye’de üniversite hocası olmak demek, bilimsel çalışmalar yapmasın diye maaşları en aza indirilmiş kimseler demektir.
İsteyen maaş bordrolarına baksın.
Ekonomik olarak imkânsızlaştırılan üniversite hocalarından şevkle bilimsel başarı bekleyenler, hayal kırıklıklarına rağmen gerçeği hâlâ anlamıyorlarsa biz ne diyelim?