İmralı’da Abdullah Öcalan’la kesişme!

Sen neymişsin be Abdullah! Bu kadar kıymete bineceğini bilsen herhâlde Suriye’den uzaklaştırılmayı, ülke ülke dolaşıp kendine yer aramayı beklemez, ilk Suriye’ye geçtiğin yerden “Kobani” dediğiniz Aynülarab’dan yine doğduğun topraklara girer, rastladığın askere, “Huuu! Ben geldim...” derdin. Üstelik “Türkmen” anacağını da çok sevindirirdin.

Anaların derdi çocuklarıdır. Şunu yaptı, bunu yaptı, hiç mi hiç ilgilendirmez. Yeter ki, sağ salim karşılarına gelsin. Babaların da gaileleri olur elbette. Ama babalar çocuklarından, “başarı”, “kahramanlık” bekleyebilir. Abdullah’ın babası meselâ... Oğlunun eline silah almasına hiç razı değildi. “Keşke komünist kalsaydın!” demişti. Komünistliğini de istemiyordu ama eline silah alması, etrafına silahlıları toplaması onu endişelendirmişti. (Bu notu yoldaşı birinin anlattıklarından okumuştum. Abdullah’ın ailesinin evine gitmişler. Anadolu insanı hemen sofra kurar, misafir ağırlar. O baba sofrada “Keşke komünist kalsaydın.” diyor. Bu notları yazanla aynı fakültedeydik. O, hâlâ Kandil’de “lider” pozisyonunda. Bir defasında kontrolümüzdeki DTCF’nin önüne gelmişlerdi. Az kalsın kurşunlarına hedef oluyorduk.)

Abdullah! Sonra Ankara’da törenle karşılanırdın. Kendin teslim olduğun için İmralı’ya değil; Ankara’da Sincan’a yakın bir yerde senin için özel bir köşk yaptırılarak, burada “konuk” edilirdin. İmralı tahsis edildiğinde de konuktun. Senin, İmralı serencamını bütünüyle yazdığımız kitabımızın adı bile “İmralı’daki Konuk”.

Yakalanman da işine yaradı Abdullah! “Devlet içinde devlet” kurdun! İmralı adası senin. Rahat edesin diye ne gerekiyorsa yapılıyor. Şehitlerin yakınlarının hiçbiri sana yaklaşamaz. İmralı duruşmalarında şehit yakınlarının öfkelerine sen de şahit oldun. Hatta laf bile yetiştirdin. Ankara’da veya başka yerde bir köşke yerleştirilseydin, şehit yakınları toplanırlar, askeri, polisi yararlar, köşkünü ateşe verirlerdi. Onun için, keşke bana köşk tahsis edilseydi deme! Hem İmralı’nın ayrı bir havası var. Orası senin “devlet”in. Yakınların, uşakların arada ziyaretine geliyorlar.

***

Sözcü’de Emin Çölaşan, İmralı duruşmalarının birine katıldığını ve Abdullah Öcalan’la nasıl kesiştiğini yazdı önceki gün. Onun yazdıklarının tamamlayıcı bilgileri “İmralı’daki Konuk” kitabımızda. Önce Emin Çölaşan’ın “Kurtar bizi Apo!” başlıklı yazısından o satırları vereceğim.

Emin Çölaşan dördüncü duruşmaya “gazeteci” sıfatıyla katılmıştı. Ondan ve benden başka gazeteci olarak “Ersin Bal (Sabah), Saygı Öztürk (Star), Selahattin Sevi (Zaman), Ahmet Gemici (Kanal 7), Adnan Keskin (Radikal), Muhammet Kasapoğlu (TRT), Aydın Özdalga (Kanal 6), Ali Rıza Doğan (AA), Deniz Testel (Cumhuriyet), Alaaddin Demirtaş (Kanal E), Güntaç Aktan (TRT) duruşmadaydılar.

Emin Çölaşan, o duruşmada Abdullah Öcalan’la nasıl göz göze geldiğini anlatıyor:

“O zaman Hürriyet gazetesinde yazıyordum ve PKK terörü konusunda en ağır yazıları yazan gazetecilerden biriydim.

Duruşma salonunda aramızda birkaç metre mesafe ancak vardı... / Bir ara gözlerimiz birbirine denk geldi ve takıldı. / Birkaç dakika boyunca gözlerimiz ayrılmadı ve resmen kesiştik! / Bu olay ertesi gün gazetelerde yer aldı. / Doğrusunu isterseniz duruşma salonundaki ezik ve sinik Apo’nun günün birinde kurtarıcımız olmaya soyunacağını o zaman aklımıza bile getirmezdik. / Şimdi ise bu gerçek karşımızda apaçık sırıtıyor.” (Sözcü, 31 Aralık 2024)

O duruşmada Çölaşan’la aynı sırada bir ötede oturuyordum. Önce şunu söyleyeyim. O günkü duruşmada A. Öcalan’ın avukatları yoktu. Şehit yakınlarının sürekli üzerlerine yürümelerini protesto etmişler, o gün gelmemişler, kendilerince mahkeme başkanlığına mazeret bildirmişlerdi. A. Öcalan’ın 10 avukatı hemen önümüzdeki sıralara dizilirlerdi. O gün gelmedikleri için boşlukta, A. Öcalan’ın gözüne Emin Çölaşan ilişti. A. Öcalan’ın tuhaf, delice bakışları vardı. Gözlerini Çölaşan’a sabitlemişti. Baktım Çölaşan da bakışını sabitlemiş. Dudaklarından bir cümle döküldü. A. Öcalan’a karşı ağır cümleydi. Not etmiştim. O cümleyi Çölaşan’ın izni olmadan vermek istemedim. “İmralı’daki Konuk” üzerine çalışırken Emir Çölaşan’ı aradım. Ankara’da Hürriyet’in bürosundaymış. Bağladılar. Kendisine PKK başıyla kesişirken ne dediğini sordum. Bir cümle söyledi. Ama bendeki not değildi. Hatırlamamış olabilir.

Sonra ne kendimdeki cümleyi ne de onun bana söylediği cümleyi kullandım. Kitabımızdan “Öcalan Kime Bakıyordu?” başlığı altında verdiğim o satırları aktarıyorum:

“Öcalan’ın cam kafesin içinde başını gazetecilerin bulunduğu tarafa döndürmüş, gözleri yusyuvarlak açık sabit bir noktaya baktı 10-15 saniye kadar... Gazetecilerle Öcalan arasında sanık avukatları otururdu. O gün, bahsettiğim gibi, sanık avukatları gelmemişti. Öcalan’ın nereye baktığını merak ettim. Sol tarafıma döndüğümde, Hürriyet gazetesinden Emin Çölaşan’la, tabiri caizse, kesiştiğini gördüm... Emin Çölaşan, başını çevirmeden yanında oturan Sabah gazetesinden Ersin Bal’a: “Ersin bak bak!” diyor, Ersin Bal da: “Görüyorum abi” diye cevap veriyordu.

Herhâlde Emin Çölaşan’ın duruşmayı takip etmesi Öcalan’ın dikkatini çekmişti. Öcalan, Emin Çölaşan’ın neler yazdığını avukatlarına sorduğunu, avukatlarından Mükrime Tepe bir haftalık dergide açıklamıştı. Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki, Emin Çölaşan’la bakışması tesadüfî değil.”

***

Abdullah Öcalan kurtarıcımız. Sakın ola ona bir söz etmeyelim!

Yazarın Diğer Yazıları