Mehmet Âkif neden iteklendi?
M. Kemal Atatürk, Mehmet Âkif’in kaleminden çıkan İstiklâl Marşı’mıza itiraz etmedi.
İstiklâl Marşı’nın muhtevası ile M. Kemal Atatürk’ün sonraki icraatının çelişip çelişmediği hiç tartışıldı mı?
Bilmiyorum. Üzerinde duranlar olmuştur. Ama şu gerçek ki, 27 Aralık 1936’da yitirdiğimiz Mehmet Âkif, İstiklâl Harbi’nden sonra Türkiye’den gitmek mecburiyetinde kaldı. Sonra ağır hastalandı, şifa bulmak için dolaşa dolaşa Türkiye’ye geldi. Ama çok yaşamadı. Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nın bir dairesinde hayata veda etti. “Devlet” cenazesine sahip çıkmadı; üniversite gençliği sahip çıktı. Üniversiteli gençler mezarını yaptırmaya söz verdiler ve yaptırdılar.
Gençliğin Mehmet Âkif’e sahip çıkması Çankaya’da hiç hoş karşılanmadığı yine yazılıp söylendi.
O hayatını yitirdiğinde devletin başındaydı. Mustafa Kemal Atatürk, İstiklâl Marşı şairini defterden sildiği anlaşılıyor. Niçin sildi?
Acaba Batı’ya aşırı angaje olunması, M. Âkif’in bu angajeden uzak durması M. Kemal’le aralarında bir uçurum mu açtı? Sanmıyorum. En görünen, en bariz tavır “şapka”ya idi. M. Âkif, M. Kemal gibi şapka da giymişti.
Bir istiklâl marşı şairi, elbette, M. Kemal’in sofrasında görülmeliydi değil mi? Biri İstiklâl Savaşı’nda başkomutanlık ediyor, sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin başına geçiyor, diğeri istiklâl mücadelesi için 1920’da ailesini İstanbul’da bırakıp Ankara’ya koşuyor.
Özetleyelim:
Mehmet Akif, savaş kazanıldıktan sonra 1923’te İstanbul’a dönüyor.
Dostu Abbas Halim Paşa’nın davetiyle kış aylarını Mısır’da geçiriyor.
M. Ertuğrul Düzdağ, “Mehmet Akif - Mısır Hayatı ve Kuran Meali” kitabında Mehmet Âkif’in neden Türkiye’den uzaklaştığının cevabını arar. Vardığı netice şu:
Polislar M. Âkif’in takibinde. Ara ara taciz de ediyorlar. Ve Âkif işsiz. Eski Burdur mebusuydu. TBMM’de de yeri yok. Emeklilik maaşı bile verilmiyor. Evine ekmek götüremiyor.
İstiklâl Marşı, Millet Meclisi’nde çılgınca alkışlanarak kabul edildiği ve sonra değiştirilmesi hiç düşünülmediği hâlde, peşine polis takılmasının, rahatsız edilmesinin, istenmeyen adam pozisyonuna sokulmasının sebebi onun acaba bir tarafıyla “İslâmcı” görüntüsü mü?
Öyle olsa, başka isimler de var. Kur’ân Meâli, yazdırılıyor, hadisler bir araya getiriliyor.
Âkif’in “İslâmcılığı” Mustafa Sabri gibi “Türklükten istifa” olarak da görülemez.
Biliyorsunuz, iktidardakilerini PKK için “açılım” dedikleri dönemde, “Türk” adı her yerden kaldırılmak istenmişti.
Devleti yönetenler, sık sık M. Akif’in özellikle “Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavud’um.” mısrasını vurguluyorlardı. Ne maksatla söylediğini görmek istemiyorlardı
Biz de kalemimizle karşı taarruz geçtik. “Türk Adını Silme Planı”nı yazdık. O kitabımızda M. Âkif’in “Türklük” hassasiyeti, onun şiirlerinden alıntılarla geniş yer tutar.
Âkif için, “Türklüğe karşı da tavrı yok.” demek bile bir şüphedir.
Türklük onun can damarıdır, desek yeridir. O zaman onun yaşadığı dönemde “Yukarı”nın Âkif’i görmemezlikten gelmesi, ve hatta peşine polis takması ne maksatla?!
***
Niyazi Acun imzasıyla, 15 Temmuz 1936’ta, Yarım Ay, dergisinde yayınlanan M. Âkif’le, hasta yatağındaki röportaj, yeni Türkiye ile uyumunu da gösteriyor:
“Şair Mehmet Akif’e en büyük ve heyecanlı sualimi sormaktan kendimi alamadım.
-Vatandan uzak geçen yıllarınız, yad ellerdeki vatan tahassürünüz [hasretiniz].. Ve bu uzun yıllar içinde yazmış olduğunuz eserleriniz Üstad?
Hasta vücut yastıklarından kalktı. Gözleri daha şeffaflaşmıştı.
Aralık duran pencereyi tamamen açtı ve elini bir daire şeklinde dolaştırarak:
-Vatan hasreti mi? dediniz. Bu ne büyük ne tahammül edilmez ne acı dert ki... Vatandan uzak yaşanan her dakika, ıstıraplarla biten heyecansız ânlardır.
İşte o tahassür ve acılar, bu hastalığımın mikrobudur. Vatanıma döndükten sonra artık Mısır’a gitmemeye karar verdim. Vatandan uzak olunca ilham kayboluyor.
Ben bir İstanbul çocuğuyum. Bu şirin memleketimin dağlarında, kırlarında, bahçelerinde belki daha ayak izlerim bile silinmemiştir.
İnşallah iyi olur olmaz İstanbul’u baştan aşağı gezeceğim ve ondan sonra millî mücadele senelerinde harap bir yer iken, bugün Türk inkılâbının en canlı timsali olan Ankara’yı ziyaret edeceğim. Mısır’da iken fotoğrafını gördüğüm bu modern şehri bu cumhuriyet yüreğini gözlerimle görmeye gideceğim.
On, onbir senelik bir vatan hasretiyle çırpınan ruhumun, en büyük millî eserini o zaman yazacağım. Bu zamana kadar yazmış olduğum eserler, hep istiklâle kavuşmak içindi; fakat bugün başarılan inkılâbları gördükten sonra, yazacağım eser de -kanaatimce- bir inkılâp eseri olacaktır.” (Niyazi Acun, (Yarım Ay) Büyük Millî Şairimiz Mehmed Akif’in Yanında”, Yarım Ay. 15 Temmuz 1936, s. 28-29)
***
Bu sözleri eden Mehmet Âkif neden iteklenmişti?