İktidarsanız istediğinizi yaparsınız: Generaller açıkta
Hükümetin bakanları vasıtasıyla üç general açığa alması yönetim sisteminin hiyerarşik düzeni içinde elbette normal. Meseleye darbeler ve askeri vesayet açısından bakarsak çok da ala! Çünkü Türkiye artık darbelerle yönetilemeyecek kadar ergin ve kendini gerçekleştirmiş bir ülke. Bu açıdan bakıldığında gelişmelere itiraz edecek kimse yok denecek kadar azdır. Ancak bir de meselenin hukuksal açıdan taşıdığı önem var. YAŞ kararları sırasında terfi ettirilmeyen bu generaller, kendilerine verili itiraz haklarını kullanarak askeri sistem içinde mahkemeye başvurmuş ve bu mahkeme de terfi etmeleri yönünde karar vermiştir. İşte böyle bir sürecin işlediği sırada bakan yetkisiyle terfi ettirilmek yerine açığa alınmakla karşılaşmak şaşırtıcı oluyor.
Diyebilirsiniz ki, “balyoz darbe planıyla ilgili olarak haklarında dosya bulunan bu komutanlar sivil idare mahkemesinden karar almadılar. Onlara yine kendi içlerinden bir mahkeme karar verdi. Dolayısı ile danışıklı dövüş.”
Böyle bir söylemde yüzde yüz haklı olabilirsiniz. Gerçekten de askeri mahkeme, kendileri gibi asker olan komutanları korumuş ve bilerek haksız karar vermiş olabilir. Bunun böyle olması yine de “hukuk devleti” kapsamı içinde düşünüldüğünde hükümeti yüzde yüz haklı çıkarmaz.
Neden?
Şundan.
Eğer Türkiye’de askeri bir yasa, buna dayalı tüzük ve yönetmelikler var ve bu yönetmelikler de halen daha yürürlükte ise, kendilerini mağdur kabul eden komutanlar, yasal haklarını kullanmış demektir. Tıpkı bakanların komutanları açığa alırken kullandıkları yasal yetki gibi.
Aynı şekilde “biz YAŞ kararlarıyla terfi ettirilmeyerek haksızlığa uğradık” diyen generalleri haklı bulan askeri mahkeme de bakanlar ve komutanlar gibi hukuken kendilerine verilen yetkileri kullanmışlardır. Bu durumda ortada hukuki yetkilerini kullanan kurumlar ve kişiler var demektir. Bu kurum ve kişiler, kurulu hukuk düzeni içinde karşılıklı karar almışlardır.
Askerler/generaller, dava açmaya karar almış, askeri mahkeme davanın sonucuna yönelik “görev iade” şeklinde karar almış, siyaset (bakanlar) da açığa alma şeklinde karar almıştır.
Şimdi tarafgir yazarlardan hükümet yanlıları “hükümet ne güzel yaptı” diyerek gelişmeleri sevinçle anlatıyor, verip veriştiriyor. Onlara göre eğer bir hükümet genel çoğunluğun rızasını alarak iktidar olmuş ise, rıza göstermeyenlerin hiçbir önemi yoktur. Üstelik seçilmiş çoğunluğun iktidarı, çoğunluğun rızasını aldığına göre milli iradeyi temsil eder ve dilediğini yapar. Savundukları şey özet olarak bu.
Baktım hukukçu kimliği ile bildiğimiz Sayın Taha Akyol bile, yazdığı “Bilim ve Yanılgı” kitabının tersini söyleyerek yanılgıyı meşrulaştırıyor. Ona göre “hükümet noter değildir.” Bu sebeple de askeri idari yargının kararlarını görmezden gelebilir.
Eğer idari yargı anlamsız ise, idari kararlar sebebiyle mağdur olan birinin haklılığını kim ortaya koyacak? Diyelim ki koydu, kim uygulayacak? Akyol’a göre karar verici durumda olan ve yürütme işlevine sahip bulunun “iktidar noter olamayacağına” göre kararı yok sayma hakkına sahiptir. Böyle bir durumda “ben hükümetim, seçildiğime göre dilediğimi yaparım” demek yeter sebep teşkil eder. İktidarın yürütme işlevini yerine getirirken aldığı keyfi kararları sineye çekmemizi, hukukun üstünlüğü yerine iktidarın üstünlüğünü kabul edip meşrulaştırmamızı isteyen bu yaklaşım, demokrasi olamaz; bilim de olamaz.
Giriş düzeyinde siyaset bilim okuyan biri bilir ki, ileri demokrasi hukukun üstün olduğu demokrasidir. Eğer bir ülkede hukuk üstün ise, tüm ötekiler onun altında ve ona bağlı olacak demektir. İktidar kararlarını keyfine göre değil, kanunların kendisine verdiği yetkiye göre ve yine kanunların çizdiği sınırlar içinde kalarak yerine getirecek demektir. “Eğer iktidar olmuşsan dilediğin yaparsın. Noter değilsin”
siyasi anlayışının varacağı yer parti iktidarı
ve despotizmidir.