İçki yasağı... Gericilik, ilericilik

İçki içilmesinin belli alanlarda yasaklanmasını getirip laikliğe de bağladılar ya! Pes doğrusu.

İçki insanı esretir. İstenmeyen hâdiselere sebebiyet verdiği gibi, insana da zararlıdır. Hâliyle dinen de yasaktır.

Ne olursa olsun, kimse içene de müdahale edemez. Günahı onun boynuna...

Yalnız...

İçki umumî yerde içilirse, çevrenin rahatsız olacağı da düşünülmelidir. Kimi “günah”a yakın olmaktan çekinir, kimi, içki içenin azıtacağından korkar, kimi çocuklarının, yakınlarının özenmesinden... Dolayısıyla içki içenlerin belli alanlarda bulunmamasını istemek tabiî haktır.

Bunun laiklikle, sekülerlikle, bağnazlıkla, art niyetle hiçbir ilgisi yoktur.

İktidarın varmak istediği hedefler itibarıyla bakıldığında, elbette kısıtlamanın bu hedeflerle bağlantısı olacaktır.

Belli hedef gözetenlerin halkın hassasiyetlerinden de istifade edecekleri bilinmelidir.

Diyeceğim, içki meselesini tartışırken yobazlık, gericilik gibi bir zamanlar dillerden düşmeyen gide gide halkı kaygılandıran, usandıran, aksülamele yol açan yakıştırmalardan uzak durulmalıdır.

İstanbul Valiliği bir genelge yayınlıyor. Deniliyor ki genelgede: “İlgili makamlara yapılan şikâyetlerde, ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından, kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları, umuma açık park, plaj, sahil ve benzeri alanlarda alkol alan şahısların çevreye rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebep oldukları tespit edilmiştir.”

Bu yasağa uymayanlara 617 TL para cezası verileceği gibi sarhoş, “sarhoşluğun etkisi geçinceye kadar” kontrol altında tutulacakmış.

Vay sen misin böyle genelge yayınlayan! İstanbul Barosu hemen harekete geçiyor. Haberi okuyalım:

“‘Baro özel yaşamın gizliliğine müdahale edildiğini’ savunurken, bu hakkın Anayasa’nın 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi ile güvence altına alındığını kaydetti.

Anayasa’nın 20. maddesinde, ‘Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz’ deniyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde ise şu ifadeler yer alıyor: ‘Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.’

Dava dilekçesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğine dair Anayasa’nın 13. maddesine de atıfta bulunuluyor.

Bu maddede, ‘Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz’ deniyor.”

İstanbul Barosu, içkicileri savunacağım derken, asıl, içki içenlerin çevresinde olmasını istemeyenlerin haklarını anlatmış oluyor.

İçmek isteyenler, gitsin evlerinde içsin, meyhanelerde içsin, mesirecilerin, yürüyüşe çıkanların, temiz hava almak, huzur bulmak isteyenlerin yanına yaklaşmasın.

Eğer sen isteyen istediği yerde istediği gibi içki içsin dersen, hedefinden sapmış olursun, maksatlarını gizleyenlere koz verirsin.

Kimi, meseleyi Batılılaşmaya bağlıyor. “İçki”yle Batılılaşma arasında bağ kurulabilir mi?! Deniyor ki:

“Avrupa’daki devletlerin bireylerin yaşam tarzına nasıl müdahalede bulunduğunu ele alan Dadı Devlet Endeksi’ne (The Nanny State Index) göre, Türkiye alkol tüketiminde Avrupa’nın en az özgür ülkesi.”

Avrupalıların inançlarında içki yasağı yok; ama, Türklerin inançlarında içki yasağı var. Bu neden dikkate alınmıyor?!

***

Osmanlı sahasında seyahat eden Avrupalı seyyahların kitaplarında şarap bahsi de geçer. Bu kitaplardan Osmanlı sahasında özellikle, gayrimüslimler, meyhane açıyorlar, şarap üretiyorlar. Ancak Müslümanların böyle bir hakları yok. Tabiî, Batı’yla tanış biliş olunduktan sonra Müslümanlar da şaraphane açacaklardır.

Kanunî Sultan Süleyman zamanında Osmanlı sahasında seyahat eden bir Alman seyyahın meyhanelere dair sözleri:

“İstanbul'da şarap içilen pek çok meyhane var, fakat içki içilen bu yerler, han ve sairede olduğu gibi gece yatmak üzere müşteri kabul etmezler. Meyhaneleri Rumlar ve Yahudiler işletir. İyi para kazanırlar. Türkler meyhane işletmezler, içki iç­mek onlara yasaklanmış. Ama gizli gizli içen Türk pek çok. Bilhassa esir alındıktan sonra Müslüman olan dönmeler, yeniçeri­ler ve diğer savaşçılar bir köşeye gizlenip sessiz sedasız içmeye başlarlar. Zira yakalanırlarsa yalnız onlar değil, diğer müşteri­ler de dayak yerler, üstelik de para cezası öderler. Paşanın el­leri sopalı yeniçerileri bütün şehri dolaşır, her tarafı ararlar ve ne yapıp yapıp haklı haksız ceza keserek paşaya para tedarik ederler. (...)

Her ne kadar Peygamberleri Muhammed Türklere şarap iç­meyi yasak etmişse de bu yasağa hepsi riayet etmezler. Şarabı buldukları zaman gizli içerler, hem de ölçüsüz içip sarhoş olurlar, sızıp yatarlar. Sokaklarda böyle sarhoşlar yakalanınca doğ­ruca kadının huzuruna çıkarılır. Kadı ona 100 sopa vurdurur ve ayrıca para cezasına da çarpılır. Onların içki içmelerine göz yumulsa dahi üst makamlar, biz Hristiyanlarda olduğu gibi serbest ve açık bir şekilde özellikle gece gündüz meyhanelerden çıkmayan başıboş serserilerin yaptığı tarzda içki içmelerine ka­tiyen müsaade etmezler. Aslen Hristiyan olan yeniçerilerin içki içmelerine göz yumulur. Bunlar diğer Türklere nazaran daha ko­lay içki sağlar ve alenen içerler, içince de onlara karşı çok keyfi hareket eder ve kaba şakalar yaparlar. Bunun sebebi yeniçeri­lerin padişaha çok yakın olmaları ve onun hayatını korumaları­dır. Padişahın onlara çok itimadı vardır. Zaten bu yüzden onla­rın içki içmesine göz yumuluyor.” (Hans Dernschutam, İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü, çev. Prof. Dr. Yaşar Önen, s. 58, 119)

***

Bahsimizi Yusuf Has Hacib’in şu mısralarıyla kapatalım:

Şu birkaç şey, bak, kişiye kötüdür,

Bunu bilirse insan, ılır eti, özü.

Bunlardan biri dil yalanıdır,

Bundan sonra gelen de sözden dönmektir,

Üçüncüsü de içki içmeyi sever,

Şüphesiz bu adam sürekli boşuna yaşamış olur.

(A. Dilâçar, Kutadgu Bilig İncelemesi. s. 89)

Yazarın Diğer Yazıları