Hilafet gitti, Müslümanlar yapayalnız kaldı!
Hilafetin kaldırılışının 100. yıldönümünde, Netanyahu’nun Gazze’de Hitler’i aratan katliamıyla “hilafet” arasında bağ kuruluyor. İnsan acı acı gülüyor.
Osmanlı zamanında hilâfetin rolü neydi? Gerçekten hilafet dinî bir kavram mı? Yoksa, iktidarı eline geçiren kendisini “halife” gösterip güç mü kazanıyordu?
Babadan oğula intikal eden bir yönetimde, hilafetten bahsedebilir miyiz? Zaten “dört halife” adlandırmasında da birbirinin yerine geçenler kastedilir.
Halifelik Osmanlı’ya geçti, diyoruz. Hiç aklınıza gelmiyor mu? Rızayla değil; silahla halifelik Osmanlı’ya geçti. Dolaydan Osmanlı’ya geçti üstelik. İlk zamanlarda da bu sıfat kullanılmadı.
Bazı tarihî kaynaklarda Yavuz Sultan Selim’in “halife” sıfatını kullandığı yazılıysa da sonraki araştırmalar, böyle bir sıfat taşınmadığını ortaya koyuyor. Fakültede kendisinden ders aldığım hocam Prof. Dr. Faruk Sümer “Yavuz Selim Halîfeliği Devraldı mı?” başlıklı makalesinde, Yavuz Selim’in halifeliği devralmadığını ayrıntılarıyla ortaya koymuştur. MEB’in yayınladığı İslâm Ansiklopedisi’nde “Selim I” maddesinde, Prof. Dr. Şinasi Altundağ: "Eski ve hemen hemen muasır diyebilec eğimiz kaynaklarda iki buçuk asır sonra ortaya çıkan ve el-Mütevekkil’in Selim I lehine hilafet makamından feragat ettiğine dair hiç bir rivayet yoktur ve bu rivayet hiçbir zaman tevsik edilmiş [vesikalandırılmış] değildir." diye yazdığını da belirtir.
Emevîler ardından, Abbasîler, sonra parçalanan İslâm dünyasında kendi kendilerini halife gösterenler Müslümanları ne kadar temsil ediyorlardı?
Bir sosyolog Prof. yazıyor: “Arap ve İslam dünyasından Müslümanları ilgilendiren uluslararası meselelerde bir Müslüman aktör olarak devreye girmesi için gerekli iradenin ve inisiyatifin bariz yoksunluğu ile karşı karşıyayız. Gazze’deki ölçüsüz şiddet ve soykırım sadece Filistinlilere karşı yapılmıyor. Başta bütün Araplara, sonra bütün Müslümanlara yönelik bir aşağılama halini alıyor saldırılar. Ardından gelen klişe soru: 300 milyon Arap veya 2 milyar Müslüman 6-7 milyonluk İsrail karşısında hiçbir şey yapamıyor mu?” (Yasin Aktay, “Yüz yıl sonra: Gazze, Müslümanları “bir” olmaya çağırıyor”, Yeni Şafak, 4 Mart 2024)
“Ne var bu satırlarda; adam haklı değil mi?” diyeceksiniz. Evet, sözlerine aynen katılıyoruz. Ama burada hinlik var.. Nedir o hinlik? “...iradenin ve inisiyatifin bariz yoksunluğu ile karşı karşıyayız.” diyor ya... Bu satırları yazan o “irade”yi ve “inisiyatif”i nasıl karşılıyor, biliyor musunuz? Halifelik kaldırıldı, “irade” ve “inisiyatif” yok oldu, demeye getiriyor.
Hilafet’in kaldırılışına hınç duyanların sokaklara döküldüğü bir zamanda bu yoksunluk, kiminin dudak bükeceği, kiminin hınç duyacağı, kiminin heyecana kapılacağı bir noktaya gidiyor:
“Konunun elbette bundan tam yüz yıl önce dünya Müslümanlarının siyasi birliğinin, yani hilafetin ilga edilmesiyle veya ‘TBMM’nin manevi şahsiyetinde mündemiç ve mahsur’ hâle getirilmesiyle ilgisi var.”
Müslümanlar o zaman birlik miydi? Osmanlı’dan ilk kopmaya teşne olanlar kimlerdi? Bir araştırılsın bakalım. Şunu da söyleyeyim: İttihat ve Terakkî 1909’dan sonra iktidara ağırlığını koydu, “Türklüğü/Türkçülüğü” öne çıkardı, kardeşlik bozuldu. Yok öyle bir şey. Elbette Türk’e “Türk” deniyordu ve elbette Osmanlı’nın kurucu unsuru ister istemez Osmanlı Devleti’nin de sahibi görünüyordu ama sonuna kadar “İslâm birliği” esastı.
Halifeliğin kutsanması, İslâm’a zarardır. Önce bunu bilelim.