‘Havran Osmanlı Kitabeleri’

Türkiye’de eski mezarlıklarda kitabelerin ne kadarının araştırıldığını bilmiyoruz. Bazı mezar taşlarında kahırlarını, hayatta çektiklerini, umutları ve hatta katıldığı savaşları okursunuz.

Edebiyat da mezar taşlarındadır. Kısadır, özdür ama hayatın manasıdır.

Baştan beri mezar kitabelerine merak sarılmıştır. Meselâ; Sadettin Nüzhet [Ergun]’in 1932’de yayınlanan “Mezar Kitabeleri- İstanbul’da Medfun Meşahire Ait” 47 sayfalık kitapçığı bize İstanbul-Üsküdar’da defnedilmiş meşhurların kitabeleri hakkında bir fikir verdiği gibi, daha önce kitabeleri toplayanlar hakkında da bizi aydınlatır.

Kitapçığın “Mukaddime”sinde kitabelerin toplanmasına dair şu notu da düşer:

“Yalnız bütün bu faaliyetler, şimdiye kadar en ziyade âbideler veya mebanii hayriyeye ait kitabeleri tesbit etmeğe inhisar etmiştir. Kitabelerin çok mühim bir kısmını teşkil eden kabir taşlan ihmale uğramıştır.”

Sonrasında kitabeler ve kabir taşlarına dair ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır. Özellikle belediyeler bu işe el atmışlardır. İlim adamlarımızı, meraklıları, bu tür çalışmaları kendilerine gaye edinenleri teşvik için resmî kuruluşların desteği çok önemlidir.

***

Şu an özlü bir çalışma önümde: “Havran Mezarlığı Osmanlı Kitabeleri”.

Havran Balıkesir’in ilçesi. Bu eserin vücuda gelmesi için Balıkesir ve Havran belediyeleri destek vermiş, ilim adamlarımızda hakkıyla önemli bir eseri ortaya koşmuşlar.

“Havran Mezarlığı Osmanlı Kitabeleri”, Prof. Dr. Vehbi Günay, Prof. Dr. Cahit Telci, Prof. Dr. Ömür Ceylan, Prof. Dr. Ersel Çağlıtütüncigil, Ekim Ortaç Uludüz, Hüseyin Çalış imzasını taşıyor.

Yayınlayan ise Balıkesir Büyükşehir Belediyesi. Eser büyük boy, lüks baskı, 1103 sayfa.

İki “Takdim” yazısının biri Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz’ın, diğeri Havran Belediye Başkanı Emir Ersoy’un.

“Ön Söz ve Teşekkür” yazısı da “Havran Mezarlığı Osmanlı Kitabeleri Proje ekibi”nin.

“Ön Söz” bize kitap hakkında bir fikir verecektir:

Her nefis ölümü tadacaktır’ ilahî emrinin gereği olarak yaşamın yalın gerçe­ği ‘ölüm’, kaçınılmaz sonuysa ‘kabir'dir. Canlıların ‘zaman’ değirmeninde öğü­tülüşü ve fâni dünya hayatının nasıl yaşanması gerektiği, şanlı Peygamberimizin ‘Nasihat olarak ölüm yerer’ öğüdünde vecizeleşmiş ve bu öğüt âdeta mezarlıklar ve mezar taşlarında karşılık bulmuştur. Milletimizin bu konudaki dinî, kültürel, edebî, estetik, sanatsal, mimarî hassasiyetleri kabristanlarda boy gösteren mezar taşlarında sergilenmiştir. Kabirler ve mezar taşları, yalnızca, bir zamanlar yerin üstünde yaşayıp ‘vadesi geldiğinde’ altını mekân tutmuşlar için değil, sırasını bek­leyenler için de derin anlamlar yüklüdür.

Ulu atalarımızın asırlarca emek, sevgi, gayret, acı, gözyaşı ve kanlarıyla yoğu­rarak vatan kıldıkları, topraklarına karışarak parçası oldukları ve yeni nesillerine emanet bıraktıkları coğrafyaların ve medeniyetin mirasçısı olanlar; "Ölüler dirilmezler, ancak kendilerinden sonraki nesillerinde yaşarlar’ tespitinin muhataplarıdırlar.

Türk milletinin, vatan coğrafyasında yaşamış evlatları ahiret yurduna göç ede­rek aslı olan toprağa kavuştuktan sonra artık kendileri ‘vatan’ olmuşlardır. Şanlı al bayrağımızın dalgalandığı memleketlerin, gerek başına taş dikilmiş, gerekse ad ve sanları unutulmuş, vatan, millet, namus, şeref için şehadete erişmiş erkek-kadın tüm yiğitleri de toprağı vatanlaştırmışlardır. Bu anlamda vatana sahip çıkmak tüm ecdadımıza hürmet ve minnet, aynı zamanda yaşayanların da kendine saygısı demektir. Mezarlık, hazire, şehitlik, türbe, yatır velhasıl hangi adla andırsa anılsın geçmişin bizlere bıraktığı vatan emaneti kutsaldır ve hak ettiği değer gösterilmeli­dir. İstiklâl şairimiz M. Akif Ersoy'un ‘Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı / Düşün altında binlerce kefensiz yatanı’ beytiyle altını çizdiği gibi, Türk Milletinin kefenli ya da kefensiz gömülen, mezarı belli olan veya olmayan, cefakâr, fedakâr, hamiyetli evlâtları; bugün yaşayan ve ileride yaşayacak olan nesillerin saygı, şük­ran ve minnet duygularıyla selamlayıp sahip çıkacakları geçmişleridir.

Havran Tarihi Şehir Mezarlığı, engin tarihimiz ve zengin medeniyetimizin bizlere bıraktığı bir emanet olarak özgün biçimiyle muhafaza edilmiş nadide kültür varlıklarımızdandır. Bu değerli hazirenin tanınması, bilinmesi ve sahip çıkılarak geleceğe bırakılması sorumluluğunda önemli bir adım, bu çalışmayla atılmıştır.”

Bir mezar taşından kahırlı mısraları aktaracağız:

1310 [1892/93]

âh mine'l-mevt

âh ile zâr kılarak gençliğime doymadım

çün ecel peymânesi dolmuş murâdım almadım

hasretâ fânî cihânda tûl-i ömür sürmedim

firkatâ takdîr bu imiş tâ ezelden bilmedim

peder ü mâderimin ben safâsın görmedim (s. 245)

Kethüdâoğlu Mehmed Ağa kerîmesi Ümmühan Hanım ruhuna el-Fâtiha sene 1310 [1893]

Yazarın Diğer Yazıları