Hangisi ehven? 28 Şubat mı, AKP mi?
Bugün 28 Şubat Örtülü Darbesi'nin 23. yıldönümü. Öyle "postmodern" denilecek bir darbe değil. Biri uydurdu. Bilinen bir gazeteci. Şimdi ortalıkta görünmüyor. Kimileri ilk duydukları kavram olduğu için üzerine atladılar. Manasız; içi boş.
Teşhis konulamazsa sağlığa kavuşamayız. Şu anda ip üzerindeyiz; düştük, düşeceğiz.
28 Şubatçılar nasıl ki, bir tarafı yok saydı, ezmek istedi; 28 Şubat'a alternatif hükûmet de aynı şekilde, "benden olmayan gebersin!" demeye gelen faaliyet içine girdi. Saray'a övgü düzmezseniz vay hâlinize! (Yine söylüyorum... Ak Parti yok; Saray var.)
Dün yazımda, 28 vetiresini Ak Parti iktidarı icraatıyla karşılaştırmıştım. Meğer ilk karşılaştıran biz değilmişiz.
Önce adalet diyoruz... 28 Şubat'ta, yüksek mahkeme üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağırılarak, "irtica brifingi" dinlemeye mecbur edildiler. "Mürtecileri hapsedeceksiniz." demeye getirdiler. "Mürteci kime denir?" sorusunun cevabını vermedikleri için, ölçü ister istemez "gümüş yüzük" ve "namaz takkesi" oldu! İnsanların camiye gidip gitmediklerine baktılar. Ve en büyük hatayı burada yaptılar.
AKP döneminde, bir cemaat aldı başını gitti. 28 Şubat'ın hıncını öyle bir çıkardılar ki, Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir generali bile içeri attılar. Cemaat mensupları, Ergenekon, Balyoz, Oda tv, 3 Temmuz, KCK Ana Davası ve Özel Yetkili Mahkemelerdeki davaları "Bu bir doğum sancısıdır, Türkiye bağırsaklarını temizliyor." diye vasıflandırdılar. R. T. Erdoğan, bu davaların savcısı olduğunu söyledi. Tabiî âdil mahkemeler söz konusu olamaz; el üstünde tutulan cemaat darbeye kalkışınca, davalar da düştü. Suç varsa dava düşer mi?! Baştan kumpastı.
Bu dönemde tutuklananlar 588, hayatlarını yitirenler 7. Tutuklular yıllarca hapis yattılar, telafisi mümkün olmayan kayıplara uğradılar. Darbe sonrası da ayrı bir sıkıntı. Suçlu suçsuz o kadar çok insan içeri atıldı, o kadar çok insan işinden edildi, o kadar çok işgücü kaybına uğrandı ki...
Hukukun üstünlüğü endeksinde 126 ülke arasında 109'uncu sıradayız... Gerisini düşünün.
28 Şubat'ta gazetecilerin üstüne de gidildi. "Andıç" hazırladılar. Güya PKK'ya destek çıkan gazetecileri halk nazarında mahkûm edeceklerdi. "Andıç", 28 Şubatçıların siyasî literatürümüze armağanıdır.
Yine "mürteci" gazeteleri hedefe koydular. Bir gazetenin başyazarına yazdırmadılar ve adam eceliyle mi, kahrından mı, hayatını yitirdi. (O gazetede ben de çalışmıştım. Komutanları kızdırmamak için nasıl otokontrol uygulandığını bilirim.)
Ak Parti döneminde, gazetelere ne olduğunu, yüzde 95'inin Saray'ın sesi hâline nasıl getirildiğini biliyorsunuz. Kimlere nasıl kredi kullandırıldığını, nasıl para devşirilerek basın yayın organları aldırıldığını sıralamaya kalksak köşemiz yetmez.
28 Şubat vetiresinde Türkiye basın hürriyetinde 139 ülke arasında 99'uncu sıradayken, alternatifinde, 2019 yılında 180 ülke arasında 157. sıraya gerilemiştir. Adını sanını bilmediğimiz ülkeler bizim önümüzde.
Dün bahsettiğimiz gibi, rejimi değiştirdiler. Tartışmalı referandumla, "tek adam" rejimine geçtiler.
O kadar "darbe"ye uğradık, o kadar muhtıra yedik hiçbir açık darbede, örtülü darbede, muhtırada, her şey ellerinde olduğu hâlde, parlamenter sistemi lağvetme, geriye itme, göstermelik bırakma gibi bir sisteme yönelinmemiş, yönetim "Saray" duvarlarının ardına çekilmemiştir.
Selamete erer miyiz? Bilmiyorum!