Halifelik deyince ne anlıyorlar?

Ak Parti’nin, Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlunun başını çektiği vakıfları öne çıkararak yaptığı “lanet” mitingi, “Halifelik isterük!” mitingine dönüştü. Necmeddin Bilal Erdoğan ve diğer tertipçiler, mitingin böyle bir atmosfere gireceğini hiç düşünmüşler miydi?

Belki de “Bizim de nihaî hedefimiz halifelik. Halifelik pankartları açanların talepleri makbul.” de demiş olabilirler. (“Lanet” mitingi tertipçilerinin çoğu Arapça tedrisattan geçtikleri için “makbul”ün hem Türkçedeki hem de Arapçadaki manalarını dikkate almışlar ve aynı kökten gelen kelimeyle “Kabulümüzdür.” demişlerdir herhâlde!)

Mustafa Kemal döneminde hilâfet kaldırıldı. Cumhuriyet kurulduğu hâlde, halifelik, ressam Şehzade Abdülmecid nezdinde bir müddet daha devam etti. Sonra, Abdülmecid de gönderildi. (Hatırlatırım: Sultan Abdülaziz’in oğlu son halife Şehzade Abdülmecid, Mustafa Kemal’den önce modernleşmenin öncülerindendi. Birçok dil bilen, Batı ülkelerini gezmiş, aydın bir padişah namzediydi.)

Mustafa Kemal Atatürk adı geçince başlarında pıtrak bitenler, kendilerine hâkim olsunlar. Peşin hüküm vermesinler, anlasınlar, ondan sonra fikirlerini söylesinler.

“Lanet” tertipçileri, “halife”, “hulefa”, “hilâfet” kavramlarının manalarını çok iyi bilirler. Kur’ân’daki yerini de...

“Halife” “half” kökünden türetilmiştir. Arkada olmak, birinin arkasından gelmek ve yerine geçmek manalarına gelir. Dinî literatürde “en yüksek yönetici” anlamında kullanılmıştır.

“Muhalefet” de “halife”yle aynı kökten kelimedir. İki literatür de birbirinin zıddı gibi görünse de “muhalefet”in varlığı, “halife”yi hizalamaktadır.

“Türkçeleştiriyoruz” diyenler, özellikle Arapça ve Farsçadan dilimize girmiş, özel mana yüklenmiş kelimeleri yok sayarak dilimizi körleştirenler, Arapçadan gelmiş, siyasî hayatımızın vazgeçilmez kavramı “muhalefet”e “öz Türkçe” bir karşılık bulamadılar!

“Hilâfet” deyince irkilenler, tez elden “muhalefet”i karşılayacak, bir “Türkçe” kelimeyi hemen icat etmelidirler.

Talebeyken, dil icadında başı çeken, Türk Dil Kurumu’nun vaz geçilemez yöneticilerinden Ömer Asım Aksoy’u (1898-1993) dinlemiştim. Kelimeleri nasıl uydurduklarını anlatmıştı. Daha yeniyiz... Ayrıntıyı bilmediğimiz için “‘Muhalefet’e niye bir Türkçe karşılık bulamadınız!” diye soramadım. Bilmiyorum, belki bulmuşlardır, ben habersizimdir. Doktorasına kadar dille iç içe olan biri için, “Bilmiyorum!” demek biraz tuhaf değil mi?! (Birçok defa hatırlattım... Ömer Asım Aksoy’un “Dil Yanlışları” kitabı, elimizin altında olmalı.)

Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’un daha başında “halifeliğin” nasıl anlaşıldığına dair şu cümleleri kurar:

“Burada, pek mühim olan, bir noktayı da kayıt ve izah etmeliyim. Millet ve ordu, Padişah ve Halife’nin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinî ve an‘anevî râbıtalarla mutî ve sâdık. Millet ve ordu çare-i halâs [kurtulma çaresi] düşünürken bu mevrûs [miras] itiyâdın sevkiyle kendinden evvel makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın halâs ve masûniyetini [kurtulmasını ve korunmasını/dokunulmazlığını] düşünüyor. Halife ve padişahsız halâsın [kurtuluşun] manasını anlamak istidadında değil.. Bu akîdeye muhalif, re’y [görüş] ve ictihâd izhâr edeceklerin vay hâline! Derhâl dinsiz, vatansız, hâin, merdûd [reddedilmiş] olur.” (Nutuk, 1927 baskısı, s. 11)

***

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu cümlelerini okuduktan sonra, bir ilahiyatçının kaleminden şu satırları da okuyalım:

“Netice itibariyle Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım [Bakara, 2/30] ayetinde kastedilen halifenin, Âdem ve soyu olduğu hemen hemen kesindir. Kesin olmayan, O'nun ve onların kimin halifesi olduğudur. Bu yüzden müfessirler bu konuda oldukça ihtilafa düşmüşlerdir. Kur'an'da geçen diğer ayetler de buna açıklık getirmemektedir. Çünkü ayetlerde geçen ‘halife’ kelimesi tek başına nekre bir kelime olarak geçmekte, Allah dâhil hiçbir varlığa izafe edilmemektedir. Dolayısıyla doğrudan ‘Allah'ın halifesi’ anlamını çıkarmak mümkün görünmemektedir. 'Allah'ın halifesi'/'Allah'ın halifeleri' kavramı, hiçbir surette Kur'an'da geçmediğine göre, bazılarının cüretkâr bir şekilde özellikle Bakara/30. ayetini Ben yerde kendime bir halife kılacağım diye tercüme ederek, gerçekte orijinal metinde olmayan Kendime ifadesini kullanması, tercümeye tartışmalı bir yorumun ilave edilmesinden başka bir şey değildir. Yapılan tefsirler ise tamamen yoruma ve gerçekliği bilinmeyen birbirinden farklı ve çelişkili rivayetlere dayalı varsayımlardır ki, onların farklı farklı oluşları bile bunu açıkça göstermektedir. Çünkü buradaki sorun gerçekte halifenin ne anlama geldiği noktasında yatmaktadır.” (Muammer Esen, “İnsanın Halifeliği Meselesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XLV, S. 1, 2004)

Yazarın Diğer Yazıları