Haliç’te baronlar var

Varsayın ki ben bir cemaatin bilge hocasıyım. Kitleleri kendime bağlıyorum. Onlar zaman içinde bana öyle bağlanıyorlar ki hiçbiri sözümden dışarı çıkmaz oluyor. Eskiden her biri sıradan mütedeyyin birer Müslüman iken, benim etki alanıma girdiklerinde durumları değişiyor; artık her biri sürünün parçası haline dönüşüyor. Bu durum salt benim çabamla olmuyor tabii. Bunun böyle olmasında beni farkında olmadan destekleyen, kitleleri bana yönelten o kadar çok grup var ki, hepsi farkında olmadan bana hizmet ediyor. Onlar dindışı söylem ürettikçe, benim dindarlık söylemim önem kazanıyor. Onlar, din dışı söylemle bana her saldırı yaptıklarında yine ben güçleniyorum.
Zaman içinde öyle sosyal etkileşimler oluyor ki, bana koşanlar, kendi çevrelerini etkiliyor, dalga dalga bütün toplumda varlığım hissedilir oluyor.
Artık ben karizmayım.
Televizyonlarım oluyor zamanla.
Gazetelerim oluyor.
Bütün bunlar olurken gücümün farkında olanların yönlendirmesi ve biraz da içinde yaşadığım siyasal ortamın tazyikleriyle, azıcık da tarihten gelen damarın parçası olduğumdan olsa gerek kendimi siyasal alanın içinde buluyorum. Tarihsel damarım, istemesem de beni kurulu sistemle kavgalı kılıyor.
Kısacası ben şöyle ya da böyle sistem içinde güç kazanıyorum.
Milliyetçiliği sevmiyorum.
Bana bağlanan ve sürüye dönüşen insanların oluşturduğu koca grup/cemaat mensupları, televizyon ve gazeteler aracılığı ile sık sık Türklüğü sevmediklerini söylüyorlar. Ancak sunucularım, yazarlarım ve yorumcularım, devletin Kürtlere ne kadar haksızlık ettiğinden öylesine çok söz ediyorlar ki, bağlılarımın bunları tartışmasız doğrular kabul ettiklerinden eminim.
Biliyor musunuz, ülkemde Kürt ve Türk binlerce bağlım var. Şimdilerde her bağlıma, öteki bağlılarım şu mesajı veriyorlar: “Bu ülkede Kürt diye bir etnik grup var. Bu grubun varlığını bu devlet hep inkâr etti. Kimi zaman dağlarda başına bomba yağdırdı. Köylerde halka zulüm etti. Bu durumda elbette Kürt realitesini tanımak, onların sorunlarını çözmek gerekir..”
Varlığını, zihnini benim İslam üzerinden yürüttüğüm siyasal dogmalara teslim etmiş Kürtler; “Vay be! Demek ki biz farklı bir ırk ve milletmişiz. Türkler hiçbir şeyimiz değilmiş. Üstelik bizim haklarımızı yemişler” diye düşünmeğe başlıyor.
Türkler?
Türklerden olup da bana din iman aşkına bağlananlar ise; “Şuna bak. Böyle devlet mi olur ya. İnsanın ırkını, soyunu yasayla, dayatmayla değiştirmek mümkün mü? Anadilde konuşturmamak eğitim hakkı vermemek de neymiş. Takip ettiğim cemaatimin gazete ve televizyonların yazarları, yorumcuları ne kadar haklı...”
Taraftar böyle düşünürken süreç işliyor. Zaman ilerliyor. Ortam değişiyor.
Geliyoruz sürecin sonuna.
Oraya vardığımızda o da ne? Kürtlerin sınırları belli bir devleti ve vatanı oluyor, Türklerin ise bölünmüş ülkesi. Beyni uyuşturularak, sürüye/ zombiye döndürülmüş Türklerin kendi rızasıyla böldükleri küçültülmüş bölünmüş ülkesi ortaya çıktığında artık yapacak bir şey kalmıyor. İşte bu toplumu buraya sürükleyen yol, onlarca kurmacanın ve olaylar dizisinin bir sonucudur.
Şimdi, anayasal düzlemde bizi sonuçta varacağımız yere götüren işaret taşlarında değişmeler yapıyoruz. Referandum bunun önünü açacak. Hukuksal kurumlar, önünde duran yasaları bizim istediğimiz biçimde yorumlarsa, yeni yasal değişmelerin kapısını açarız.
Öyle ise “evet” demek için tek başınıza değil, mümkünse beşer onar kişiyi de yanınıza almalısınız.

* * *

Ne diyordu Hanefi Avcı, Haliç’te pis kokuya alışanlar gibi, PKK’lı Baron’un örgüt istedi diye öz kız kardeşini bile gözünü kırpmadan ölüme mahkûm ettiği gibi, ülkede cemaatler, Haliç’te baronlar var.

Yazarın Diğer Yazıları