Hacı Bektaş-ı Velî’yi nasıl bilirsiniz?

Ortak değerlerde mutlaka birleşmeliyiz. Hacı Bektaş-ı Velî ortak değerimizdir.

“Kıymetler”in, Alevîsi, Sünnîsi olmaz.

Alevîliği Anadolu’da, Bektaşiliği Balkanlarda, Bektaşîliği ve Alevîliği yaşayanlar arasında araştırdım ve yazdım.

Çok insan, Bektaşîliği de Alevîliği de “ideolojik çizgi”ye çeker. Kimi düşmandır, kimi dosttur.

Kıymetlerimizi kesinlikle, ideolojik sapmaların dışında tutmalıyız ve senin Bektaş’ın, benim Ali’m, dememeliyiz. Her şeyden önce “mitleştimek”ten kaçınmalıyız.

“Kıymetler” “esâtirî” dille anlatılır. Buna ister “mitolojik”, ister “masalsı” deyin... Bütün bu adlandırmada “abartı” vardır. Kıymetler yüceltileceği için efsaneleşmenin önü kesilemez. Ancak, “esatirî”yi “din” mesabesine getirirsek, ayrışma kaçınılmazdır.

Hacı Bektaş-ı Velî vefatının 752. yılında anıldı.

Bize yakın, İstanbul Adlî Tıp’ın, bir tarafında simit tezgâhı olan Mustafa Alevî’dir. Sık karşılaşır, konuşuruz. Bir vesileyle köşemde yine bahsetmiştim.

Mustafa geçen gün tezgâh açmamıştı. O gün bana Hacı Bektaş’tan fotoğraflarını gönderdi. Meğer Nevşehir Hacıbektaş’a Hacı Bektaş-ı Velî’yi anma törenine gitmiş. Dönüşünde konuştuk. Bir sözü dikkatimi çekti: “Hacı Bektaş’ta her yer polisti. Ordan oraya geçişte, sıkı kontroller. Aramalar...” dedi, sonra dikkatimi çeken cümleyi söyledi: “Hacı Bektaş’ın dergâhında polise ne gerek var.”

Kastettiği sevgi, insanlık, birlik...

***

Arnavutluk’a birkaç defa gittim. Komünist yönetimin çöküşünde, Sırpların Kosova’ya saldırışlarında (Arnavutluk’tan takip ettim) oradaydım. Bir gidişimde Bektaşîlerin misafiri oldum. Dünya Bektaşîlerinin merkezi görülen dergâhlarında kaldım. Bektaşiliğin nasıl anlaşıldığını, tarihî vetiresini net yazdım.

***

Tiran’da Türk lokantasında tanıştığım Abdullah Dule Çavuş, Bektaşîlerin merkezini biliyordu. Kendisi de Bektaşî idi. Aynı zamanda sanatçı. Kasetleri var. İstanbul’da 11 yıl kaldığı için Türkçe konuşuyoruz. İsmindeki “Dule” (“U”yu uzatarak okuyorlar.) dedesinin adı imiş ve bir manası yokmuş.

Bizi Dayti Dağlarının eteklerindeki Bektaşî Tekkesi’ne götürdü. Burası ayrı bir dünya görüntüsünde idi. Kale gibi kapısı vardır. Bu kapıdan girerken aklım Yunanistan’daki haritada gördüğünüz Türkiye’ye yakın üç parmaktan biri olan Aynaroz Yarımadası manastırlarına takıldı kaldı! Orası da ayrı bir dünya idi ve üstelik bırakınız kadın ayağını hiçbir dişi mahlûk giremezdi. Bir manastırda kafeste gördüğüm muhabbet kuşu bile tekti ve tabiî erkekti. Bektaşîlerde mücerretlik, yani yalnızlık, yani teklik kavramı var. Kale gibi çevrelenmiş, birkaç bina ve türbelerin olduğu mekânda kadın var mıydı? Göreceğiz.

***

Bektaşîlik nedir? Üzerinde durmamız gerekiyor.

Bektaşî, Hacı Bektaş-ı Velî’ye bağlı olana, onun yolunda gidene denir. Ehl-i Beyt sevgisine bakarak Bektaşîlere Alevî diyebiliriz. Bektaşîlik bir tarikattır. Ancak diğer tarikatlardaki seyr-i sülûk Bektaşîlikte yoktur. Bu tarikata giren herkes Bektaşî olabilir ama Alevîlik soya bağlıdır. Annesi ve babası Alevî ise o kişiye Alevî denir.

Bir “baba”dan nasip almak suretiyle her isteyen “Bektaşî” olabilir. Alevîler bu farkları “Kökten bitme” ve “Daldan yetme” diye açıklamışlardır.

Alevîlerin 100’den fazla pîr ocağı varken; Bektaşîlerin yalnız Hacı Bektaş-ı Velî ocağı vardır. Arnavutlar, Türkiye’de tekkelerin yasak olduğunu belirterek Tiran Bektaşî Tekkesi’nin asıl merkez olduğunda ısrarlıdırlar.

Bektaşîlik de “vahdet-i vücud” görüşünü benimser ve mensuplarını “vasıl illallah” olmaya götürür. Bu tarikata giren derviş dört kapıdan (şeriat, tarikat, hakikat, marifet) ve 40 makamdan geçer.

Bektaşîlik iki kola ayrılır: 1. Çelebiler, 2. Babalar.

Çelebiler, Hacı Bektaş-ı Velî’nin çocukları olduğuna, Babalar (Babagân) ise Hacı Bektaş-ı Velî’nin hiç evlenmediğine çocukları olmadığına inanırlar.

Çelebilere “bel oğlu”, Babalara “yol oğlu” denir.

Bektaşîlikte makam sırası:

Dedebaba: Bektaşîliğin liderine denir.

Halife: Dedebabanın diğer bölgelerdeki temsilcisidir.

Mücerred: Kendisini tarikata adayan evlenmemiş derviştir.

Baba: Dedebabanın halifesinin icazetname verdiği dergâh yöneticisidir.

Derviş: Birkaç yıl dergâhta hizmet gördükten sonra taç ve hırka giydirilen liyakatli mürittir.

Muhip: Tarikat mensubudur.

Âşık: Bektaşîliğe sempati duyandır.

Bektaşîliğin devreleri

Bektaşîliğin iki devresi vardır: Hacı Bektaş-ı Velî ve Balım Sultan devreleri.

Hacı Bektaş-ı Velî devresi XIII. ile XV. yüzyıl arasıdır. Bektaşîliğin sistemini Balım Sultan kurmuştur. Balım Sultan devresi XVI. yüzyıldan başlayıp günümüze gelir.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaşadığı Sulucakarahöyük ve çevresi bâtınî ve hurufî Babaîler, Haydarîler ve Kalendirîlerin faaliyet gösterdiği yerlerdir. Devletin takip ettiği aşırı uçlardaki zümreler de bir sığınak aradıklarında Bektaşîlere katılmışlardır.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin yolu Balım Sultan zamanında tarikat hüviyeti kazanmıştır.

Bektaşîlik Hacı Bektaş-ı Velî’ye izafe edilmiştir.

Hacı Bektaş-ı Velî, Ahmed Yesevî'nin halifesi Lokman Perende'nin tale­besidir.

Anadolu'nun Türkleş­mesi ve İslâmlaşması için Türkistan ille­rinden vazifeli olarak gönderilmiştir.

Hacı Bektaş-ı Velî'nin asıl adı Muhammed Bektaş’tır. Do­ğum ve ölüm tarihleri değişik kaynaklarda farklı gösterilmiştir.

Hacı Bektaş-ı Velî hakkında bahseden kay­nakların en eskisi Eflâkî Dede'nin "Me­nâkıbu'1-Ârifîn"idir. Eflâkî, Hacı Bektaş'ın Baba Resûlullah (Baba İshak)'ın meşhur halifesi olduğunu söy­lemiştir.

Hacı Bektaş'tan “Âşıkpaşazâde Tarihi”nde de bahsedilir.

Taşköprüzâde Ahmed (Ö. 1553), "Eş-Şakâiku'n-Nu'mâniyyeti Devleti'1­-Osmaniyye"de onu I. Murad (1362-1389) devri âlimleri arasında göstermiştir.

Tezkireci Ali ise, “Künhü'1-Ahbâr”ında onun Orhan Bey (1326-1362) zamanın­da yaşadığını belirtmiştir.

Hacı Bektaş'ın 63 yıl yaşadığı ve 1209'da doğup 1271'de vefat et­tiği kayıtları vardır.

XIII. yüzyılın ikinci yarı­sında yaşamış olduğunu kesinleştir­mektedir.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin menkabelerinin anlatıldığı “Velâyatnâme”de Hacı Bektaş'ın baba­sının İbrahimü's-Sânî, annesinin ise Nişabur şehri âlimlerinden Şeyh Ahmed'in kızı olduğu yazılıdır.

Bektaş; eş, benzer, misil, muâdil anlamlarına gelmek­tedir.

"Hacı Bektaş" olarak anılması daha sonraki hacla ilgili kerâmeti dola­yısıyladır.

“Velâyetname”ye göre, Hacı Bektaş'ın hocası Lok­man-ı Perende Horasan'dan hacca gitti­ğinde; Arafat'ta vakfeye geçildiği zaman, arkadaşlarına: “Bugün arife, bizim evde şimdi pişi bişirirler.” demiş. Bu hâl Hacı Bektaş'a malûm olmuş, Lokman'ın evin­de pişirilen pişiden bir tepsiye koyarak bir dakika içinde Arafat'a ulaştırmış. Orada bunu yemişler. Hac dönüşü Nişabûr halkı kendisini karşıladığı ve tebrik ettiği zaman, Lokman: "Asıl Hacı olan Bektaş'tır, hepimiz onu kutlayalım.” demiş.

Hacı Bektaş-ı Velî, şeyhinin dergâhında üç yıl hizmet ettikten sonra, şeyhinden emanetleri ve ica­zeti alır. Şeyhinin: "Müjdeler olsun ki Kutbu’l-aktâblık senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bun­dan sonra senindir. Biz bu yokluk yur­dunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rum'a saldık. Sulucakarahö­yük'ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş yaptık.” demesiyle, Hacı Bek­taş, Anadolu'ya gelmek için yola çıkmıştır.

Hacı Bektaş-ı Velî, Sulucakarahöyük'e geldiği zaman İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek (Kadıncık Ana)’in misafiri olmuştur.

Sonra Hacıbektaş diye anılacak olan Sulucakarahöyük’te vefat etmiş ve bugünkü türbesine gömülmüştür.

Eserleri: Makâlât, Kitabü'1-Fevâ'idi, Fatiha Suresi Tefsiri, Şathiyye, Hacı Bektaş'ın Nasihatleri, Besmele Şerhi...

Bu eserler Hacı Bektaş-ı Velî’nin gösterilmekle beraber kesin değildir.

Bu eserler içinde Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait denebilecek “Makalât” ve “Besmele Şerhi”dir. “Makalât”ı Prof. Dr. Esat Coşan ve Prof. Dr. Abdurrahman Güzel yayınlamışlardır.

Çeşitli dinî ve tasavvufi meselelerin ele alındığı bu eseri okuduğumuzda Hacı Bektaş-ı Velî'nin Şiî-Bâtınî değil, şeriata bağlı bir mutasavvıf olduğunu görürüz.

“Makalât”, dört kapı (şeriat-tarikat-marifet­-hakikat), kırk makam anlayışı ile yazılmıştır ki, bu anlayış Türk mu­tasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sülûk anlayışıdır. Bu tertip, Ahmed Yesevî'nin "Fakr­nâme"siyle hemen hemen aynıdır. “Makalât”, bu özelli­ğiyle, “Fakrnâme”nin bir şerhi gibidir. Yunus Emre’de, şiirlerinde, bu sülûk usûlü görülür.

***

Tarihi bilmeme, peşin hükümler insanlarımızı ayırıyor. Onun için Hacı Bektaş-ı Velî’nin anıldığı şu zamanda, net bilgiler vereceğiz. (Yarın devam.)

Yazarın Diğer Yazıları