Gül'e 'FETÖ'cü' derler mi?
Abdullah Gül sahaya indi. Ak Parti'nin esas kurucusu diyebileceğimiz bir isim. Fazilet Partisi'nde Erbakan'a karşı genel başkanlığa adaylığını koymuştu. O sıra Erbakan yasaklı olduğu için onun adına Recai Kutan adaydı. 14 Mayıs 2000'de yapılan kongrede, biraz daha çalışılsaydı, "yenilikçi" diye adlandırılan grubun adayı A. Gül genel başkan seçilecekti. Bayağı oy almıştı: 633'e karşı 521.
Bu az farklı "yenilgi"nin ardından "Erdemliler" adını verdikleri bir hareket başlattılar.
A. Gül, 2001'de, R. T. Erdoğan'la birlikte Ak Parti'yi kuranlar içinde en önde gelen iki isimden biriydi. Bu defa R. T. Erdoğan yasaklı olduğu için parlamentoya girememiş, A. Gül başbakan olmuştu. CHP'nin de desteğiyle, siyasî yasağı kalktı. Bir bahaneyle Siirt'te seçimlerin yenilenmesine karar verilince R. T. Erdoğan TBMM'ye girdi; başbakanlığı A. Gül'den devraldı. Daha sonra A. Gül cumhurbaşkanlığına seçildi. Aralarında zaman zaman nizah çıktığı belli ki, Ak Parti genel başkanlığına aday olur korkusuyla cumhurbaşkanlığı suresinin dolmasına bir gün kala, partinin genel kongresi yapılmış ve böylece A. Gül'ün önü kesilmişti. AKP'nin iki öncü kurucusu arasında büyük kavganın başlayacağı işaretini A. Gül'ün hanımı vermiş ve "intifada"dan bahsetmişti.
Ak Parti, istenmeyen gebelikten birinci partiyi doğurdu, ikincisi yolda...
Abdullah Gül'ün, "bıktırıcı" denebilir mi bilmiyorum, aşırı ihtiyatıyla desteklediği yeni parti, hâlâ kuruluşunu ilân etmedi. Ama kendisi parti kurulmadan önce konuşmaya başladı. Kurulacak partiye ne getireceğini hesap etmeseydi ortaya çıkmazdı.
A. Gül, Karar gazetesinden bir yazar grubuna konuştu. Parlamenter sistemden vazgeçilmemesini daha önce öylesine söylemişti ama bu defa, uygulamalardan "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi"nin yürümeyeceğini iyice anladıktan sonra üstüne basa basa "Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yana. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Türkiye bunun noksanlığını hissediyor." dedi.
Üstüne basa basa dediysem de yine aşırı bir hassasiyetiyle yumuşak geçişler yaptı.
Rusya ile ilişkilerde ölçünün kaçtığını, S-400 meselesinde yanlış yapıldığını, Türkiye'nin dış politikada yalnızlaştığını, Türkiye'nin askerî gücünü çok kullanmasının caydırıcılığı azalttığını, Ali Babacan'ı desteklediğini, Ak Parti'nin kuruluş ilkelerinden saptığını, siyasî İslâmın bütün dünyada çöktüğünü, FTÖ'den çıkarılacak ders olarak "Kimsenin aklını, fikrini mutlak bir şekilde bir din adamına, bir siyasetçiye veya ideolojik bir gruba teslim etmemesi" gerektiğini söyledi.
FETÖ ile mücadeleyi kastederek "Adalet meselesi çok önemli. Duygularla ve sübjektif kanaatlerle hareket etmemek gerekir… Büyük haksızlıklar oluyor. Kitlesel cezalandırma diye bir şey ne modern demokrasilerde ne de bizim anlayışımızda söz konusu konusudur." dedi.
Karar'ın yazarlarının, "Kürt meselesi" diye adlandırdıkları hususta, onun da "Kürt meselesi" sözünü düzeltmeden yine çok ihtiyatlı seçilmiş cümlelerle izaha girişmesinin üzerinde ayrıca dururuz ama asıl üzerinde durmak istediğim siyaset dilinin nasıl olması gerektiğine dair görüşleri...
Ak Parti adına konuşanlar ve kalemleriyle kurşun sıkan "yandaş kalemler"Abdullah Gül'e salvolara başlayacaklardır. 15 Temmuz gecesi mücadelesine bile bakmadan "FETÖ'cü" bile diyeceklerdir.
Bakalım neler olacak?