Gelecekte var olmak için
“Benim hayatta yegâne onur kaynağım, servetim Türklükten başka bir şey değildir” diyor kurucu önder M.Kemal Atatürk.
Söz burada bitmiyor; devamı da var: “Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak kalacaktır.”
Böyle bir cümleyi ruhumun ta deriliklerinde hissederek, kendimi yüksekçe bir tepenin başında farz ederek, yeryüzüne baktıktan sonra bakışlarımı kendi ülkeme döndürdüğümde hüzünleniyorum. Tarihe, bugüne ve yarına aynı cümlenin sınırları içinde bakan her Türk, eminim benim gibi hüzünleniyordur.
Birincisi, kendini geçmişteki ihtişamla ilişkilendirerek “büyük Türkiye hayali” kurmak isteyenlerin sayısı neredeyse yok denecek kadar azaldı. Üstelik böyle bir hayal kurmak “yayılmacılık” olarak değerlendirilir hale geldi. İkincisi, Türkiye’yi yönetenler, asla büyük düşünmek istemiyorlar. Onların pek çoğu AB ve ABD ekseninde yaranmacı politikalar üreterek, tarihin Türk milletine verdiği rolleri görmezden gelmeyi büyüklük sayıyor. En büyük emelleri AB’ye girmek. Büyük Türkiye kurmak değil. Bu sebeple onların halleri koca bir toplumlar hapishanesinde sona eriyor; benimki her zaman bozkırlar kadar özgür.
Tarihe yön vermek, bölgesel etkin güç olarak Türkiye dinamiği yaratarak çevresindeki ulusları kendine katan, kimseye boyun eğmeyen Türkiye hayali de yok onlarda.
“AB bizi neden almıyor” diye yakınanların tutkusuyla benimki farklı. İşte bu sebeple “benim hayatta yegâne onur kaynağım, servetim Türklükten başka bir şey değildir” cümlesi ve arkasında taşıdığı derin tarihsel izler, poyrazın denizi birbirine kattığı gibi ruhumda derin hareketlilikler oluşturuyor.
AB’ye girerek medenileşeceğini sananların aksine ben, tarihte Türk olmanın derin izlerini çağıran sese kulak vererek, ilimde öncü olacak bir Türkiye hayal ederim.
Ben büyük Türkiyeciyim.
Küçüğüne razı olanlarla aramdaki fark, ben sürekli büyümek, gelişmek ve her zaman en önde öncü olmak istiyorum, onlar, yedekte kalmak, mümkünse ABD ve AB’den gelecek iltifatlarla moral bulmak istiyorlar.
Ben onlar tarafından her gün karalanmak, eleştirilmek istiyorum, onlar, poh pohlanmak.
Ben ve onlar iki dünyanın farklı insanlarıyız. Dünyalarımız kadar milli bilincimizin de farklı olması bu yüzden.
Onlar, Türk olmayı elinden gelse yasaklamak, bir daha dirilmemek üzere kelimenin üzerini kapatmak istiyorlar, bense varlık bilincimi canlı tutarak, kim idim, ne oldum, neredeyim, bu durum bana reva mı diye sorgulayarak Türk olduğumu hatırlamadan edemiyorum. Hatırladıkça tarihselleşiyor, parlak günlerim aklıma geliyor. Bu sebepten olacak bazen tarihin diliyle konuşuyorum.
Meydan okuyuşum bundandır.
Türk’ün meydan okuyuşu, derinlikleri sorgulamasına bağlı. Geçmişin farkında olmam, hem varlık bilincimi güçlendiriyor ve hem de ne idim, ne oldum ve neye razı edilmek isteniyorum sorularını zihnimde dalgalandırıyor. Belki de ben Karadeniz gibiyim. Sürekli dalgalanışım bundadır.
87 yıl boyunca sürüp gelen zaman boyunca Kürt Teali Cemiyeti’nin devamlıları ile İslam Teali Cemiyetinin devamlıları, önce Türk’e, sonra da Cumhuriyete, eş zamanlı olarak da Cumhuriyete ve Türk’e savaş açtılar. Cumhuriyeti, birinci ikinci diye ayrımın temelinde birinciyi kabullenmemek var.
Birincisi, bağımsızlıkçıydı, özgürleşmeciydi, milletler ailesinin eşit bir ülkesi olmayı içselleştirmişti; ikincisi öyle değil. İkincisi oluşturulmağa çalışılan cumhuriyetin sığınağı belli, AB. Sınırları da belli, yine AB. Özgürleşmesi bağımsızlığında değil, bağlılığında. AB’ye bağlandıkça özgürleşen bir cumhuriyet için birincisini öldürmek isteyenler, “büyük Türkiye” hayallerimizi kırarak hızla yol almayı sürdürüyor. İşte bu sebeple ikincilerin Türklükten hazzetmelerini beklemiyoruz.