"Fırsat!"
Mesele anlaşılmıştır. Hükümetin “Kürt sorunu” diye dillendirdiği sorunu çözmek için ortaya koyduğu açılımların manası artık netleşmiştir. Türk birliğinin, ulus bütünlüğünün yerini, ötekileştirilerek ayrışma noktasına gelecek bir Kürt kimliği alacaktır.
Peki ayrılma?
Şimdilik düşünülmüyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün söylediği “fırsatın” manası budur.
Mondros’ta; Sevr’de, hatta 1919 Paris Konferansında daima Türkiye’nin önüne konulan şartlar en nihayet gerçekleşecektir.
Demek ki “Şark politikası” bitmemiştir.
Yeni açılımlar, sözde barışçıl söylemlerle ne yapılacaktır biliyor musunuz?
Söyleyelim:
Gelecekte Batının arzuladığı “Büyük Kürdistan’a” doğru temeller atılacak, toplumsal ayrım yerleri keskinleşecek, Kürt toplumu, dili, eğitimi, kültürü, Kürt Milli ortak paydasında bütünleştirilecek; yer adlarıyla Kürt vatanlaşmasının önü açılacak ve en sonunda, sıra “bu böyle gitmez” noktasına ulaşacaktır.
Lozan’da alınamayanları PKK’nın Kandil’den yürüttüğü silahlı faaliyetlerle alacaklar. Üstelik bütün bunlar, Türkiye’yi yönetenler tarafından Türk’lerin önüne bir “fırsat” olarak konulacak, ve kimi Türkler, vatanlarını ötekileştirmek için taviz verecekler. Bunu yaparken kullanılacak enstrüman politik gerilim olacaktır. İktidar, “barışı, demokrasiyi, her seferinde Kürt halkı üzerinde oluşturulan devlet baskısını” yok etmekle taraftarlarını etrafına toplarken, o taraftarların belki de çoğunluğunu oluşturacak olan Türkler, aslında kendi tarihsel varlığını ortadan kaldırdığını fark etmeyecek bile.
Ülkenin asıl kurucu büyük toplumu olan Türklerin savaş meydanlarında yenilmeyen iradesi, politik taraftarlık, ideolojik sahiplenme ve bilinçsiz partidaşlık duygularıyla darmadağın olacaktır.
Kurucu büyük topluma sunulan “fırsat” işte bu “fırsattır.”
“Haydin kendi vatanımızı parçalara ayıralım ve içimizde en kalabalık olandan başlayarak, halkları ötekileştirip, yer adlarıyla kendilerine coğrafi bir alan belirleyelim ve birkaç şive olan Kürtçeyi, tek bir anlatım diline dönüştürelim. Oldu sana yepyeni bir millet. Dili var, eğitimi var, eh coğrafi bölge olarak da belli.
Yanlış anlamayın biz bunu yaparken Türkiye’yi parçalamıyoruz ha! Bunlar demokrasinin gereği. Çoğulcu toplumsallığın bir sonucu. Bak PKK’nın başı Karayılan bile ne diyor: ‘Biz Türkiye’nin üniter yapısının bozulmasını istemiyoruz. Türkiye’den kopmak da istemiyoruz.’ Görüyor musunuz; adamlar ne kadar iyi niyetli. Ne kadar barışa yatkın. Adamların silahı bırakmaları için istediği üç beş madde şey. Eğitim, dil, yer adları. Koskoca Türkiye bundan mı korkacağız. Almanya’ya bakınız Kaç eyaletten oluşuyor. Ya Amerika? İki üç taviz ile devlet yıkılmaz. Onun için böyle bir fırsat kaçırılır mı?”
Türkiye’yi yönetenlerin PKK’ya adam gönderip basında açıklama yaptırıp “fırsat ve barıştan” söz ettiği o dakikalar içinde kaç Mehmetçiğin bomba ve mayın tuzağı ile şehit olduğunu bilen var mı? Eğer gerçekten “üniter devletten yana” olsalardı ve gerçekten, “barış arzuluyor” olsalardı, kamuoyunun ikna edilmesi gerektiği şu sıralarda en azından ihaneti, arkadan vurmayı, sinsi tuzak kurmayı bırakmazlar mıydı?
Bırakmıyorlar.
Siz taviz verdiğiniz sürece, istemenin yolunu öğrenmiş olacaklar ve gerektiğinde yine aynı yola başvuracaklardır.
Bir şey daha: Asıl fırsat teslim olmada değil, teslim almada ortaya çıkmıştır. Emekli Albay Sarızeybek’in söylediğine göre Barzani, kendi iktidarı için PKK’yı dışlamakta, ABD, Kuzey Irak’ı ve Türkiye’yi bölgede kaynaştırmak için yine PKK’yı gözden çıkarmaktadır. Bu durumda yalnızları oynayan PKK’dır ve Türkiye bu durumu lehine çevirerek içte sivil kanadı, dışta silahlı kanadı teslim alacak politikalar üreteceği yerde, “fırsat” diye, taviz verme yolunu seçiyor.
Çok şaşırtıcı değil mi?