Felsefenin dili... İslâm Felsefesi Tarihi

Zamanımızdaki ilim adamlarımızın, ilim yoluna girenlerin makaleleri, tezleri, kitaplarının çoğu için, Türkçenin katili desem abartmış olmam.

Bazen önüme öyle kitaplar geliyor ki, Türkçeyi katletmeyen kitaplar da yazılıyormuş, dedirtiyor. Ne yazık ki istisnaî.

Türkçe üzerine kafa yoran bir yazarımız da D. Mehmet Doğan’dır. Türkiye Yazarlar Birliği’nin kurucusu. Bu birliğin ülkemizde rolü malûm.

D. Mehmet Doğan, felsefenin diline dair çok yazdı. Şu satırları bize bir fikir verecektir:

“Türkçe düşünecekseniz, en başta ‘akıl’sız olmaz, ‘fikir’siz olmaz!

‘İdrak’siz, ‘muhakeme’siz, ‘ruh’suz, ‘zekâ’sız, ‘zihin’siz Türkçe düşünmek asla mümkün değildir!

Felsefe kavramlar dünyası, bu kavramlar kendine has kelimelerle, ıstılahlarla/terimlerle ifade ediliyor. Felsefe okumanın bir anlamda farklı ve zor bir dil öğrenmek olduğu hatırdan çıkarılmamalı. Bu yüzden felsefe daha baştan zor bir alan. Dili oturmamış bir cemiyetin felsefe yapması, kendine mahsus tefekkür ortaya koyması imkânsız.

‘Dil çok önemli de bu camia içinden dil konusuna kafa yoran kaç kişi vardır?’ denilirse, verecek cevabım yok, maalesef... (İlk aklıma gelen istisna Teoman Duralı)”

Türkçemiz ne yazık ki bile bile iğdiş ediliyor.

***

Prof. Dr. H. Ömer Özden “İslâm Felsefesi Tarihi”ni yazdı. (Bilge Kültür Sanat Yayınları, 200 s.) İlk baskısı 2017’de çıktı. Beşinci baskısının tarihi 2022. Her yıl bir baskı yapmış. Zamanımızda bu baskıya hangi kitap ulaşabiliyor?!

Prof. Dr. H. Ömer Özden’in “Türk Düşünce Tarihi” kitabı da var. (Bilge Kültür Sanat Yayınları, 304 s.) Bu kitabın baskı tarihi 2020.

“İslâm Felsefesi Tarihi” ve “Türk Düşünce Tarihi”, özellikle tarihimiz, felsefemiz, Türkçemiz için birlikte okumalı.

İslâm öncesi yaşayan ve hak peygamberlerin tebliğlerinin ulaşamadığı halklar için “fetret insanları” denir.

Yine onlar da -istisnaî izahlar olmakla beraber- “günahsız” görünürler.

Hani “Türk” deyince, akıllarını yitirenler, nasıl saldıracaklarını bilemeyenler var ya onlar “İslâm”ı siyasî malzeme yaptıkları için, “Fetret”te İslâmî çizgiye en yakın milletin Türkler olduğunu ve onlara cennet kapsının açıldığını akıllarına getirmezler, getirmek de istemezler.

Bana inanmayan Diyanet’e “fetret”i sorsun. Alacakları cevap benim yazdıklarımdır.

Orhun Abideleri “fetret”te dikilmiştir. Yazıtların “İslâmî değerler”le örtüşmediğini söyleyebilir misiniz?

***

“İslâm Felsefesi Tarihi”nden “İslâm felsefesinin tanımı”nı okuyacağız:

“İslâm filozoflarından her biri, felsefeyi kendilerince tanımlama ihtiyacı duyarak çeşitli tarifler yapmışlardır. Söz gelimi ilk İslâm filozofu kabul edilen Kindî'ye göre felsefe, ‘insanın gü­cü nispetinde tümel (küllî) ve sonsuz şeylerin varlığını, nasıl ve nice olduğunu ve sebeplerini bilmesidir.’ Yine Kindî'ye göre felsefe, ‘sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir.’ Türk-İslâm filozoflarının önde gelenlerinden biri olan Fârâbî, felsefeyi, ‘var olmaları bakımından varlıkların bilinmesi’ olarak tanımlarken bir başka Türk filozofu İbni Sînâ, felsefe için ‘nesnelerin haki­katlerine bir insanın vâkıf olabileceği kadar vâkıf olmak’ şeklin­de bir tanımlama getirmektedir. Bir mutasavvıf olan Muhyiddin İbnü'l-Arabî de felsefe için ‘nesnelerin hakikatlerini, olduk­ları gibi bilmek ve onların varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek suretiyle insan ruhunun olgunlaşmasıdır’ de­mektedir. Tanımları arttırmak mümkünse de maksadımızı an­latmak bakımından yeterlidir. Yapılan bu bireysel felsefe tarif­lerinin her biri sübjektif olmaktan ileri gitmediği gibi, bunların her biri doğru da olabilir. Çünkü her düşünür, felsefeye kendi düşünce yapısı açısından bakmaktadır. Ancak üzerinde durul­ması gereken asıl husus bütün bu tarifleri yapan filozofların da içinde yer aldığı İslâm felsefesinin tarifidir. (...) Felsefenin tam ve açık bir tarifi ortaya konulamadığı gibi İs­lâm felsefesi için de bir tanım ortaya koymak mümkün değildir. Dar bir çerçevede onu belli yüzyıllar arasında İslâm medeniyeti içerisinde yapılan felsefe hareketleri şeklinde ifade edebileceği­miz gibi, genel anlamda Müslümanların yaşadığı coğrafyadaki felsefî çabaların tamamı olarak ifade edebiliriz. Bu bir tanım de­ğildir. Sadece İslâm felsefesine nasıl bakılması gerektiğini göster­mesi açısından önem arz eder.” (s. 21-22)

“Türk Düşünce Tarihi”de şu satırlar Orhun Yazıtları’nın “değer”ini ortaya koyuyor:

“VIII. asır­da yazılmış olan Orhun Yazıtları, Türk diliyle yazılmış ilk eserler değildir. Bu yazıtlar, artık tam anlamıyla yerleşik hayata geçmiş bulunan Türk milletinin o zamana kadar yazılmış en kapsam­lı ve en yetkin eserleridir. Çünkü Yazıtlarda deyimler, vecize­ler, atasözleri gibi kalıplaşmış ifadelerin yanında edebî dile ait kavramlar da ustaca kullanılmıştır. Bir dilin iletişim dili olma­sı kolaydır ama atasözleri, vecizeler, deyimler gibi anlamlı dil unsurları üreterek bir edebiyat ve sanat dili olabilmesi için, en az iki veya üç bin yıla gerek duyulmaktadır. Demek ki Türk dili, Orhun Yazıtlarına kadar böyle bir dönemi geride bırakmış, alfa­besi oturmuş, imla kuralları belirlenmiştir.” (s. 23-24)

Okumak lâzım.

Yazarın Diğer Yazıları