Ey yabancı seviciler! Ümmet mi, millet mi?
Türkiye’ye gelen kalıyor, gelen kalıyor!...
Salgından önce, Avrupa, göçmenler için yardıma ayak sürtünce, Recep T. Erdoğan sınırları açıyoruz, giden gitsin demiş, Türkiye’deki yabancılar Yunanistan ve Bulgaristan sınırına dayanmışlardı. O yabancılar içinde Suriyeliler çok azdı. Çoklukla oturma izni olmayan, orada burada kaçak yaşayanlardı. Sınırı geçmek isterlerken Yunanistan askerlerinin açtığı ateşle ölenler de olmuştu. Böylece Türkiye’de ne kadar çok kaçak bulunduğunu da öğrenmiş olduk demiyorum, anlamış olduk. Adı üstünde kaçak! Öğrenemiyoruz!
Türkiye’de kaçaklara nasıl müsamaha gösterildiğine bizzat şahit olduğumu burada yazmıştım. Üç Afgan genci, Silivri tarafından İstanbul’a girişte jandarma komutanı, kimliksiz oldukları hâlde, serbest bırakmıştı. Kaçaklara, herhâlde, “Savuşun, gözüme gözükmeyin.” demiş, ama şoföre, “Bir daha kaçak alırsan...” diyerek gözdağı vermişti.
Bir tarihte İtalya’dayım. Roma’nın göbeğinde o kadar çok çekik gözlü Uzak Doğulu’yla karşılaştım ki... Bunlar turist mi, dedim. Değillermiş. Yolunu bulan kapağı İtalya’ya atmış. Roma’da adım başı Uzak Doğulu. Ya diğer şehirler?
Üç dört yıl sonra yine İtalya’dayım. Uzak Doğulularla karşılaşmadım. Bu gidişimde siyasîlerle de gazetecilerle de görüşmüştüm. “Ne oldu Uzak Doğulular?” diye sormak aklıma gelmedi! Neticede yoktular. Acaba onlar “Katolik” olmadıkları için kışkışlanmışlar mıydı?!
Biz Müslümanız ya... Müslüman bir beden oluyor! Dün vermiştim. Bir dergi, muhtemelen “Yukarı”nın buyruğuyla “Biz bir milletiz/ümmetiz” propagandası başlattı. Propagandanın aktörleri, aktrisleri “iman edenler”i “bir beden” görüyorlar. (Bu sözleri ederlerken, bir tarihte, adını anarken salavat getirdikleri Recep T. Erdoğan’ın “Kılıçdaroğlu Alevî, Demirtaş Zaza, İhsanoğlu zaten yerli değil ama ben Sünniyim, Sünni!” sözüyle “beden”i parçaladığını akıllarına getiriyorlar mı?
Göçmen propagandacıları, Arapçasında “Nahnu ümmetü vâhide” derken, Türkçesinde “Biz bir milletiz” diyorlar ve bu sözü slogan hâline getiriyorlar.
***
Ümmet: “‘Kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder’ gibi anlamlara gelir. (...) İslâm âlimleri ümmeti iki mânada kullanmıştır. Birinci anlamda, son peygamberin gelişi ve İslâmiyet’in doğup Arabistan yarımadasının dışında duyulmasından itibaren bundan haberdar olan bütün insanları ifade eder. Bu insan kitlelerine ‘ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâğ’ denilmiştir. (...) Âlimlerin ümmet kelimesine verdiği ikinci anlam, ‘Hz. Muhammed’e iman edip tâbi olan kitleler’ (ümmet-i Muhammed) şeklindedir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir.” (Halil İbrahim Bulut, “Ümmet”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 42, 2012)
“[Ümmet] Kur’ân ve Sünnet bütün Müslümanların din kardeşliği bağı ile birbirine bağlı olduğunu ilan etmektedir. Bu sebeple dünyanın her neresinde yaşıyor olursa olsun, Müslümanların tamamına ümmet-i Muhammed adı verilmektedir. Farklı coğrafyalarda yaşasalar da onlar tek bir vücut gibidir. Birinin sevinci veya acısı, diğerlerinin de sevinci veya acısı olmalıdır. Bu birliği, aynı dine mensup olma şuurundan kaynaklanan kardeşlik anlayışı oluşturmaktadır. Bu ümmet kardeşliğinde, cihanşümul bir birliktelik vardır. Yani ümmet, coğrafî sınırlar, ırk, veya nesep bağları ile sınırlanmayan büyük bir toplumdur.” (Abdullah Aydın, “Kur’ân Perspektifinden Ümmet Kardeșliği”, Diyanet İlmî Dergi, C. 52, S. 2, Nisan-Mayıs-Haziran 2016, s. 27)
Millet: “‘Arapça’da “ezberden yazdırmak, dikte etmek’ anlamındaki imlâl (imlâ) kökünden türeyen millet, işitilen ve okunan bir şeye dayanması veya dikte edilmesi ve yazılması bakımından ‘din’ karşılığında kullanılmış, ayrıca kelimeye ‘izlenen, gidilen yol’ mânası verilmiştir. (…) Bu çerçevede ‘el-milletü’l-İslâmiyye (el-milletü’l-Muhammediyye), el-milletü’l-Yehûdiyye, el-milletü’n-Nasrâniyye” veya “milletü’l-İslâm, milletü İbrâhîm, milletü’l-Mesîh (milletü’n-Nasrâniyye), milletü Yehûd (milletü’l-Yehûdiyye), milletü’l-Mecûs, milletü’s-Sâbie, milletü’l-hak, milletü’t-tevhîd, milletü’l-küfr’ gibi tamlamalarda belli dinleri ifade eder. Kelime, muhtemelen daha sonraları kendisine sosyal bakımdan yüklenen anlamdan da etkilenip modern dönemde Batı’daki ‘nation’ kavramının karşılığı olarak Türkçe ve Farsçaya geçmiş ve bu dillerde tamamen sosyolojik ve siyasal bir içerik kazanmıştır.” (Recep Şentürk, “Millet”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 30, 2020)
Adamları hazır iktidardayken, “Osmanlıcılığı” ihya için, bütün yolu deneyenler, Osmanlı’da millet sisteminin ne olduğunu biliyorlar mı?
“Osmanlılar’da Millet Sistemi: İslâmî literatürde din ile eş anlamlı olması yanında belli bir dinin mensuplarını ifade eden millet kelimesi, Osmanlı Devleti’nde de klasik dönemden itibaren dinî zümreleri ifade etmek için kullanılmıştır. XVI-XVIII. yüzyıllarda belgelerde ‘papanın milleti, millet-i Ermeniyân, milel-i selâse’ tabirleri geçer. XIX. yüzyıldan önce millet sözünün dinî bir topluluk için kullanıldığı, hatta sadece Osmanlı Devleti içindekiler değil dârülharp sayılan toplumlara da bu şekilde hitap edildiği bilinmektedir.” (İlber Ortaylı, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 30, 2020)
***
“Milliyetçilik/Türkçülük”, deyince aklı çıkanlara gelsin aşağıdaki sözler:
“Belirli bir coğrafyada ortak kültürel ve/veya etnik kökene sahip toplulukların siyasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dinî düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlamda millî devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak milliyetçiliğin 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından geliştiği kabul edilir. Kısa zamanda meydana getirdiği yeni devlet örgütlenmeleri itibariyle bütün zamanların en etkili siyasî ideolojisi olan milliyetçiliğin modern bir kavram olmasına karşılık kişinin üyesi bulunduğu sosyal gruplara ve kültürel unsurlara sevgi ve bağlılık göstermesi insanlık tarihiyle başlayan tabii bir süreçtir.
İttihat ve Terakkî’den Cumhuriyet’e geçişte Türkçülük milliyetçilik, millî kimliğin oluşması ve İslâm’ın bu kimliğin aslî bağlayıcı unsuru olduğu tezi üzerine bina edilmiştir. Bu yaklaşım, Cumhuriyet’in mübadeleye esas teşkil eden Türk tanımlamasında da kendini göstermiştir. Ancak Cumhuriyet’in giderek modern, seküler ve devletçi eksende Osmanlı geçmişinden soyutlanmış yeni bir devlet formu üzerinde yoğunlaşmasıyla bir İttihat ve Terakkî bakiyesi olarak değerlendirilen bu anlayış etkisini kaybetmiştir.
Cumhuriyet devrinde en azından 1930’lara kadar olan zaman diliminde milliyetçilik, bir millî kimlik inşası hedefinden ziyade siyasî bir millet meydana getirme düşüncesi olarak hâlâ ümmet şuuru baskın olan halkı modernleştirmeye ve yeniden şekillendirmeye dönük, dış Türkler’i devre dışı bırakan bir karakter arzetmektedir. Bu şartlarda Cumhuriyet’in ilk yıllarında millet anlayışı etnik değil kültürel esaslıdır ve bir bakıma Tanzimat’ın bütün tebaayı Osmanlı kimliği altında birleştirme projesinin benzeri olarak Cumhuriyet de Türkiye sınırları içerisinde kalan bütün müslüman tebaayı Türk üst kimliği altında toplamayı hedeflemiştir.” (Azmi Özcan, “Milliyetçilik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 30, 2020)
Ümmetü Vâhidecilere söylenecek daha çok söz var. Şimdilik burada nokta koyalım.