Evet, İslamcılık bitti
“İslamcı ideolojinin sonu” dedi eski ülkücü olduğu söylenen bir hoca. Ve İslamcılığın içine, içinde bulunduğu cepheyi sokmadı. Elbette göz kendini görmez. Aslında “İslamcılık”, Osmanlıcılıktan sonra milli sınırlarımız içinde devleti kurtaracak bir ilaç ve reçete olarak doğsa bile zaman içinde kaynaklarını dışarıda arayan ve dolayısı ile de ithal etmeye başlayan ve giderek de kendi içinde tonlar yaratarak gruplaşan bir ideolojidir. Bu anlamda “İslamcılık”, Seyyit Kutup kadar, Said-i Nursi’dir.
Peki, “İslamcılık” salt Türkiye sınırları iççinde Milli görüş haraketliyle yeniden ivme kazanan ve Kemalizm, modernleşme karşıtlığından beslenen ideoloji midir?
Hayır!
Said-i Nursî cephesinden doğduktan sonra kendi içinde 10’dan fazla gruba ayrılarak evrilen ve Gülen Hoca etrafında yeniden biçimlenen “İslamcılık” yok mudur?
Vardır tabi..
Hem de AKP iktidarın “Paralel yapı” suçlamasıyla karşı karşıya kalan reel politik gerçekliğin ta kendisidir. Yakın dönem siyasal tarihin en öne çıkan öznelerinden biridir.
Siyasal özne olarak 17-25 Aralık gelişmelerin önemli aktörü, muhatabı ve belirleyicisi durumundadır. Son birkaç yıl içinde gelişen bütün siyasal olaylar onun etrafında dönmekte ve bütün resmi, gayrı resmi açıklamalar onun etrafında şekillenmektedir.
Öyle ise?
Öyle ise, Gülen hareketi “İslamcılık” çerçevesinin dışında değildir. Halen daha “dışındadır” diyorsanız; söyler misiniz bu siyasal öznenin adı, ideolojisi, siyasal kimliği ve sosyal kişiliği nedir?
Adı, “Hizmet Hareketidir” diyebilirsiniz. Ancak referansları, düşünce sistematiğinin özünde yatan kaynak “İslam’dır.” Siyasal ideolojisi bu referanslardan yola çıkılarak oluşturulmakta, devlet-iktidar-yönetim algısına dönüşmektedir.
Siyasal bireyi yaratan kaynağın özünde önce dindarlaşma, sonra kişinin bilincini siyasal alana yöneltme ve buradan kişiyi ideolojik /siyasal bireye dönüştürme vardır. Bu anlamda cemaatçi ya da Gülenci siyasal birey, önce Sünni Müslüman olmaya ikna edilmiş, Gülen dini yorumlarını derinden içselleştirmiş bireydir.
Bu birey, ülkenin beklentilerini, kanunda belirtilen ve tüm okullardan yetişmesi beklenen siyasal bireyi ne kadar içeriyor? Ya da Siyasal düzenin istediği bireyle ne kadar örtüşüyor? Tartışılır..
Bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de eğitimin siyasal işlevleri vardır. Türk Eğitim sisteminin aradığı, gerçekleşmesi için çaba sarf ettiği siyasal birey, 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda ve 651 Sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki KHK’de açıkça belirtilmiştir.
Yukarıdakilerle beraber her iki veri karşılaştırıldığında, eğitim sistemi açısından Türkiye’nin en temel sorununun siyasal yurttaş yetiştirme işlevinin bozuk oluğundan kaynaklandığı görülecektir.
Hem cemaat ve hem de diğer İslamcılığın, çeşitli mahfillerde resmi devlet eğitim sisteminin hedeflerine alternatif olarak yetiştirdiği siyasal yurttaşlar, devlet içinde konumlandıklarında işte bugünkü durum ortaya çıkmaktadır. Önde basın olmak üzere çatışma alanları oluşmakta, tarih yorumu, din anlayışı, ülkenin milli bütünlüğü, yurttaş kimliği gibi hayati konular toplumsal derin görüş ayrılıkları ve çatlaklar oluşturmaktadır. Türkiye asla Avrupa ülkeleri gibi, olamamaktadır. Öyle ki İslamcı kaynaktan gelen bir adam ülkeyi tam 13 yıl yönetmesine rağmen, kendisini oraya taşıyan parlamenter sistemi yıkmaya çalışmakta, kurucu değerlere düşmanlığını meydanlarda haykırmaktadır.. Seçimlerde ortaya çıkan siyaset dili, kalkınma yarışı yerine partilerin birbirlerine hakaretine, kavga diline dönüşmektedir. Ve Devlet bürokrasisinde hukukçular, adaletle değil, ideolojik merkezlerden aldıkları siyasal anlayışlara karar vermektedir.
Evet İslamcılık bitti.. Çünkü iddialarını asla gerçek yapamadılar, kesinlikle adil olmadılar, hak yediler, yalan söylediler ve zulüm ettiler.