“Evet” büyücünün hançeridir
Ne hallere kaldık yarabbi. Bakar mısınız lütfen.
12 Eylül 1980 darbesine zemin hazırlayan, Kenan Evren’in “irticacı” diye tanımladıklarının alayı “evetçi”, 12 Eylül darbesinden sonra hayatı kararanların, çile çekenlerin, üstelik bütün olayların da sebebi sayılanların tamamı ise “hayırcı”.
Gadre uğrayanlarla kolaycı olanlar arsındaki bu fark, aklı yüce olanların dikkatinden kaçar mı? İşkenceyi gören ülkücüler ve solcular, Konya’da yürüyüş düzenleyerek istiklal marşını oturma eylemi ile protesto eden onlar.
Onlar yine aynı kulvardalar. Yine camileri kullanıyorlar, yine dini mekânları politik alan haline getiriyorlar. Ve yine kaçak güreşiyorlar.
Onlar evetçi!
Milliyetsizliği benimseyip, milliyetçiliğin her türlüsüne karşılar.
Onlar evetçi, işkence görenler hayırcı.
Niye böyle?
Çünkü onlar dün olduğu gibi bugün de kaçak güreşiyor.
Kılıçdaroğlu’nun meydan okumasına karşı tek cümle kurabiliyor mu? “Erkeksen, yürekliysen, adam gibi adam gibiysen, istediğin televizyonda tartışalım” diyor, seninkinden tek kelime yok!
Hani efelenen o adam? Nerede “bitaraf olanlar bertaraf olurlar” diye meydan okuyan yiğit?
Yok!
İşte sınır buraya kadar.
Muhannet adam kaçak güreşir.
Bahçeli, “gizli gündemi var” diyor.
“Yok böyle bir şey” dedi mi?
Diyemiyor. Çünkü var.
“Diyarbakır’a gel” diyor Bahçeli’ye!
“Kürt realitesini tanımış”, meseleyi “etnik problem” olarak gördüğünü ilan etmiş, ettikten sonra başbakan olduğu halde 5 bin polis, birkaç bin asker eşliğinde yönettiği ülkenin vilayetine zor gider hale gelmiş ve bu yaptıklarından ders almak yerine iğneleyici lisanla “Diyarbakır’a gelsene” diyor. Ülkeyi Bahçeli’nin yönettiği günlerde ülkenin her tarafına herkes gidebiliyordu. Ve hiç kimse açıktan “ben PKK taraftarıyım, ayrı bayrak istiyorum, özerk olalım” demiyor, milli birliği bölücülüğe tercih etmiyordu. Ne zaman ki bunlar iş başına geldi. Abantçılarla birlikte ayrılıkçı siyaseti meşrulaştırdılar, o tarihten sonra bizzat kendileri yönettikleri ülkenin içinde dolaşamaz oldular. Tunceli’ye aynı renk iki arabayla gidecek kadar durumu kötüleştirenler, kıkır kıkır gülüyor.
“Çift bayrak istiyorum. Özerkliğe az kaldı” diyenlere, “senin ağzın ne konuşuyor ulan” diyeceğine, TÜSİAD’a efeleniyor, ona buna çamur atıyor. Üstelik bölücülerin işini kolaylaştıracak anayasal adımlar atıyor. Parti kapatmayı zorlaştırıyor.
Kurulu bir devleti “özerklik” isteyerek böleceğini söyleyenler meydan meydan gezerken, “Atatürkçüyüm, milliyetçiyim, milli devletten yanayım, bölücülüğe karşıyım” diyen pek çok aydın, hukukçu, gazeteci, “hükümeti devirmeye teşebbüsten” hapiste yatıyor. Pek çoğu da “neyle suçlandığımı bilmiyorum” diyor. Bir kısmı “hâkim karşısına neden çıkamıyorum” diye soruyor.
Devleti bölmek isteyenler açıktan toplantılar yaparak isteklerini meydan meydan haykırıyor, hükümeti yıkacağı söylenenler ise “bizim böyle bir niyetimiz yok” deyip ceza ve tutuk evlerinde ömür dolduruyor.
Ve biz, referandum yolunda ilerlerken, bölücülük hedefe yaklaşmanın coşkusunu yaşıyor. Halihazırda var olan hak ve özgürlükleri Pazar günü elimizden almak isteyenler; memurları “hakem kuruluna” havale ederek, Danıştay’a dava açma hakkını elinden alıyor. Sanatçıların durumuyla ilgili kararları ilgili bakanın insafına terk ediyor. Sosyal sorunlarla ilgili bireysel dava açma haklarını ortadan kaldırıyor. Kısacası, her kim devlet ile ilgili probleminde hükümetin icraatlarını Danıştay’a götürecekse onları “halkın anayasası” adı altında “evet” isteyerek ortadan kaldırıyor, sonra da pişkin bir eda ile halka iyilik yapıyormuş havasında “darbe anayasasını yok etmeye var mısınız” diyor.
“Varım” deyin de hançeri saplayın bağrınıza. Haberiniz olsun: “Evet”, büyücünün hançeridir.
Not: Okuyucularımın Ramazan bayramını kutlar, aydınlık yarınlar dilerim.