Eski medeniyetlerden ne öğrenebiliriz?

Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984): "Arkeoloji, üzerinde büyük medeniyetler kurulmuş topraklara has bir ilimdir. O medeniyetlerin bıraktığı eserlerle toprak üstünde ve daha ziyâde altında olanlarla meşgul olur. Büyük hafriyat yapar, bulduklarından, o eski medeniyetlerin mâhiyetini ortaya çıkarır. Tefsirinde az çok isâbet ettikleri de vardır, etmedikleri de. Muhayyileyi işletmek, tefsirler yapmak, bu kıt'aların bugünkü sâkinleri içinde eskiyi kuranların ahfâdını yaşıyorsa bulunan neticeler, bu kavimler için çok kıymetlidir ve kendilerini diğer milletler hürmetle sayar." der. ("Anadolu Medeniyeti Masalı", Türk Edebiyatı Dergisi, Kasım 1983, Makaleler, 1985, s. 373).

Sözü sonra İran'a getirir. Daha sonra bize. İran'ı (Parsları) bayağı bayağı yerer; İslâmiyeti sulandırdıklarından bahseder. Osmanlı'ya ayrı bir sayfa açar. Osmanlı'nın öncesi ve sonrası yoktur sanki... Osmanlı'dan kopuşun fikren kilometre taşı gördüğü için olacak Gökalp üzerine de yürür. Bu tartışmalar ayrı.

E. H. Ayverdi, ünlü romancı Sâmiha Ayverdi'nin ağabeyidir. Merkez üsleri Kubbealtı Cemiyeti'dir. Meselem E. H. Ayverdi'nin yaptıkları ettikleri değildir. Yine şu notu vermeden geçemeyeceğim: Densiz bir tarihçinin, Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu'nun "Üniversiteler fuhuş evi!" sözünü etmesi üzerine büyük tartışma açıldı. Üniversitelerde Batı eğitimi örnek. Bağlantı kurulur mu, kurulmaz mı bilemem... E. H. Ayverdi'nin "Avrupa'da 'hürriyet-i fikir' yoktur, 'hürriyet-i zina' vardır." sözünü buraya alayım ve mevzumuza geleyim.

Türkiye'de Halikarnas Ba­lık­çısı ve Azra Erhat ile birlikte Batı kaynaklı hümanizmin temsilcilerinden Sabahattin Eyüboğlu, farklı bakış açısıyla Anadolu'nun eski medeniyetlerine sahip çıkar: "Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya'dan gelip fethettiğimiz için mi?... Hititler, Frigyalılar, Yunanlılar, Farslar, Romalılar, Bizanslılar, Moğollar da fethetmişler Anadolu'yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar Anadolu'nun malı olmuş... Kaynaşmış, halleşmiş hepsi... Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi..." ("Bizim Anadolu", Mavi ve Kara, 1994).

İlimde sınırlama olmadığı gibi peşin hüküm de olmaz. Biz şimdi belgeyle konuşalım.

Yeni bir kitap yayınlandı: "Kahramanmaraş'ta Bulunmuş Yeni Asurca Tabletler" (Hazl. Cahit Günbattı, Salih Çeçen, L. Gürkan Gökçek, Faruk Akyüz, TTK Yayınları, XII+182 s.)

Yeni Asurca tabletleri, eski eser kaçakçıları buluyor. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi bu eserleri satın alıyor. 36 tablet ve 1 zarf.

Eseri yayına hazırlayan öğretim üyelerinin ortak yazdıkları "Ön Söz"de verdikleri bilgiye göre; "Çoğunda damga veya silindir mühür baskıları da bulunan tabletler, Yeni Asur devrinin geç bir döneminde, Asurlu ve yerli kimselerin hukukî ve ekonomik ilişkileri hakkında önemli bilgiler içermektedir."

Bu tür yayınları elime aldıkça hayretten hayrete düşerim. Eski çağların insanları mı dönemin imkânlarına göre çok ilerideler, yoksa biz mi çağımıza göre daha ilerideyiz... Eskileri, dönemlerinin şartlarında çok ama çok ileride olduğuna hiç şüphe duymuyorum.

Tabletlerin çoğu M.Ö. 700'lü, 600'lü yıllara ait. Tabletler, köle satışı, gümüş borcu, kadın dokumacıyla sözleşme, tahıl borcu, tarla satışı, tarla sözleşmesi ve mahkeme kaydı hakkında... Okudukça insan şaşırıyor. Adalet için kılı kırk yarıyorlar.

Eski medeniyetlerden öğreneceğimiz çok şey var. Hele şu zamanda!

Yazarın Diğer Yazıları