Eğitimi tarikatlara bırakmak
Gazetelerde ve haber sitelerinde yayınlanan bir haber, ilgimi çekti. Haberde deniliyor ki: "Millî Eğitim Bakanlığı yine Tarikatlara Emanet."
Bunda ne var diyenler olabilir.
Bırakın Millî Eğitim Bakanlığı'nı Diyanet'in bile tarikatlara emanet olmaması gerekir.
Neden?
Tarikatlar çok mu kötü kurumlar?
Hayır, tarikatlar, dini içerik üretimi açısından tartışılacak birer kurum olsalar da, İslam kültürünün kendi içinden doğmuş ve tarihsel süreçte, siyasete, topluma ve kültüre etki etmiş, yön vermiş kurumlardır. Varlık göstermesinin, kendini ifade etmesinin bir mahsuru yok.
Mahsurlu tarafı, tarikatın anladığı dini içeriğin, getirilip bütün topluma dayatılmasıdır.
Tarikat dindarlığı, daraltılmış, inceltilmiş, toplumsal kesimlerin her alanda yaşaması mümkün olmayan dini içerikler sunar. Ve insanı; tek biçim, tek kalıp, tek doğruya iman etmesi gereken canlılar olarak görüp, bu doğru saydıklarını da kerametle ilişkilendirip, tartışılmasını günah sayan, oldukça sınırlandırmış bir hayat sunar.
Tarikatın "yol" edindiği tasavvuf, hem diyanetin ve hem de edebiyatın konusudur.
Okullar bunu öğretebilir. Ancak, eğitimi, tarikatlar üzerinden verirseniz ortaya burada izahı zor bir toplum çıkar. Günümüzde tarikatlarda verilen dini eğitim dâhil, örgün eğitiminin en temel problemi nedir biliyor musunuz?
Söyleyeyim:
Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Görmez, bir konferansında "günümüzde dindarlık ahlak üretmiyor" diyor.
İşte temel problem budur.
Tarikatların/tasavvuf ehlinin geçmişine bakın. Fani dünyayı değersizleştiren birer Allah dostudurlar. Parayla, pulla ilişkileri yoktur. Bir hırka, bir lokma. Birer doğruluk, dürüstlük ve ahlak abidesi kimselerdir. Bir de içinde yaşadığımız döneme bakın. Bırakın fani dünyadan el çekmeyi, tam tersine, ihalelere giriyor. Sahibi olduğu şirketlerde çalışanları işten atıyor, sendikalaşana kızıyor, bir devlet kurumunda işe girecek üyesine "hamili kart" yazıyor.
Hani İslam'ın üzerine titrediği kul hakkı?
Yandı bitti kül oldu.
Aynı şekilde diplomalı ilahiyatçıların ve imam hatiplilerin bürokraside, siyasette hâkim olduğu süreci yaşıyoruz, değil mi?
Evet..
Öyle ise bu ülkede hepimiz ne diye adalet arıyoruz?
Neden hukuksuzluklar her gün gündemin en başında yer alıyor?
N'oldu mübarek İslam'ın ahlakına? Bu insanlara neden tesir edemedi?
İçinde bulunduğumuz süreçte dindarlık, dini gerekçe göstererek, kitleleri iktidarın arkasında tutmaya yarıyor. Eski Diyanet İşleri Başkanı Görmez Hoca'nın haklı tespitiyle "Dindarlık ahlak üretemiyor." Ancak siyaset üretiyor.
Tıpkı Ayasofya imamının davranışlarındaki gibi.
Tıpkı Ebu Bekir Sifil türü, ilahiyatçı olduğu söylenen kimselerin davranışlarında kesinlikle görülmediği gibi.
Bakınız, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, eğitimcilerin tamamının bir yere not edip, okuyup okuyup üzerinde bir kere daha düşünmesi için nasıl bir tespitte bulunuyor:
"Medrese denilince daha çok, 11. yüzyılda Abbasiler döneminde vezir Nizâmülmülk'ün açtığı Nizâmiye Medreseleri hatırlanır. Bu medreseler, katılığıyla bildiğimiz Şâfiîlik ve Eş'arîlik anlayışını güçlendirmek için kurulmuş, yenilik karşıtı geleneksel zihniyetin öncüsü olmuştur.
Aynı katılık, yenilik karşıtlığı, ilmî ve fikrî gerilik, Osmanlı medreseleriyle İslam dünyasındaki benzerlerinin hâkim karakteri olarak günümüze kadar devam etmiştir. Halen birçok İslam ülkesinde yaşanan geri kalmışlık, hoşgörüsüzlük ve sair kronik sorunların başta gelen yapısal nedeni, sözünü ettiğim ulema zihniyetince medreselerde verilen geleneksel din eğitimi ve öğretimidir."
Bu görüş, tarihsel gerçekliğe dayalı. Eğitim tarihi okuyan herkes bunu bilir.
Tarikat eğitimi, Çağrıcı Hoca'nın söylediklerinin çok daha daraltılmış, hayatın pek çok alanında yaşanması imkânsız olanları içeriyor. Millî eğitimi bunlara teslim etmek, ülkeye, tarihe, geleceğimize yapılan en büyük kötülüktür. Ancak Türkiye çöksün isteyenler bunu yapabilir.