Düşmanlaştırma...Muaviye’ye uzanan yol
Düşmanlaştırma iktidarları, bir zaman için kazanırlar ama sonrası için cemiyette derin bir yarıklar açarlar. Sokaklarınız ayrılır, caddeleriniz ayrılır, mahalleleriniz ayrılır ve camileriniz ayrılır...
Tarikatlar/cemaatler, hazır “kendi iktidarları”nı bulmuşken, azamî bir gayret içindeler. Her yere sirayet ediyorlar. Kendilerine yol açan en baştakine görünüşte ölümüne bağlılar.
En baştaki nasılsa onu takip edenler de öyledir. “İlahlaştırma”, “Peygamber” yerine koyma, Osmanlı’yı diriltecek “sultan figürü” çizme...
Bütün bunlar Muaviye’ye götürür bizi...
Ve Muaviye’den devam edeceğiz.
Muaviye sahabeden. Baş düşmanı Hz. Ali, malum. Hz. Peygamber’in yakın akrabası ve çok yakınında bir isim. Muaviye’yle büyük tartışmalara girdi. Sonunda Kûfe’de suikasta uğradı.
Hz. Peygamber’in yakınındaki iki ismin çatışması İslâm adına insanı düşündürmez mi?
Neticede Muaviye galip geldi, halifeliğini ilan itti. Üstelik, halifeliği babadan oğlu geçirdi. Oğlu Yezid’i daha sağlığında vâris kıldı. Yezid tahta oturdu ve meş’ûm hadiseyle Müslümanlar arasında derin uçurum açtı.
Hz. Hüseyin’in Muharrem ayında şehadeti İslâm tarihinde ayrı yer tutar.
Hz. Peygamber’in hanımlarından Hz. Aişe’nin politik tercihlerinde Muaviye’ye yol açması üzerinde durmak isterdim.
(İzninizle parantez açacağım: Bugün kadınların, İslâm adına dört duvar arasında sıkıştırılmak istenmesi karşısında en bariz örnek Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe, dibine kadar siyasetin içindedir.
Düşünün... Mekke’de haccını tamamlayarak Medine’ye dönmek üzere yola çıkıyor, üçüncü halife Hz. Osman’ın şehit edilmesini, Hz. Ali’nin yerine halife seçildiğini yolda öğreniyor, Mekke’ye geri dönüyor, halkı topluyor, Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğü yolunda nutuk atıyor.
Cemel Vakası’nı biliyorsunuz. Hz. Aişe’nin komuta ettiği orduyla, Hz. Ali’nin ordusu vuruşuyor. Yani Hz. Aişe bizzat savaşın içindedir. Hz. Ali, savaşı bitirmek için Hz. Aişe’nin bindiği devenin öldürülmesini emrediyor ve deve öldürülüyor. Savaş da böylece Hz. Ali’nin galibiyetiyle son buluyor. “Cemel” deve demektir. Bu savaş da “Cemel Vakası” diye anılır.
Siyaset ve dolayısıyla hayatın içindeki kadın meselesi son derece mühim. Hz. Aişe, kimsenin itiraz edemeyeceği en bariz örnektir. Demek ki, zamanımızda kadına tavır koyan sözüm ona İslâm ülkeleri, tarikatlar/cemaatler, Müslüman kadının nasıl olması gerektiğinden bihaberdirler.)
***
Hilafet meselesi ilk başlarda Müslümanlar arasında büyük tartışmalara yol açmış, İslâm ümmeti, diyebilirim ki parça parça olmuştur.
Kısaca hatırlatalım...
“Hilafet” denilince yüreklerinden ılık ılık Zemzem suyu akanlar, bir daha bir daha düşünsünler:
İslam hukukçuları ve siyaset teoricilerin Hilafet meselesine bakışları üç ana şıkta toplanmaktadır.
Birincisi: Hilafetin Kureyş kabilesinden birine ait olması gerektiğini söyler.
İkincisi: Hilafetin “İmamet” ünvanı altında Peygamber soyu olan Ali ile Fatıma evlatlarından oluşan “Ehl-i Beyt”e ait olması gerektiği söyler. Bu görüşün taraftarlarına “Şia fırkası” denir.
Üçüncüsü: Sıffin savaşı ve hakem olayından sonra, Muaviye ve Ali tarafını protesto ederek katılmamışlardır. Bundan dolayı bunlar “Haricî”, yani dışarıda kalanlar diye adlandırılan görüş sahipleridir. Onlara göre; halife İslâm topluluğunun lideridir ve seçimle gelmelidir. Yine Haricîlere göre; halife seçilmek için soyluluk gibi veya mutlak Kureyş kabilesinden olmak, şart değildir.
Nihayet hilafetin Muaviye’den itibaren bir irsî monarşiye yani saltanata dönüşmesi sebebiyle, siyasî iktidara itaat ve Şam halifelerinin, dolayısıyla otoriter saltanatlarının meşruiyeti meselesi söz konusu olmuştur. Burada Sünnî ekolün büyük kısmının dâhil olduğu “Mürcie” akımı, anarşiye karşı otoriteyi tercih etmiştir. Bundan dolayı da hükümdara itaati savunmuştur.
Mutezile akımı ise, tarafsız ve suskun kalmayı tercih etmiştir. Bazı uç akımlar ise, daha önceki Haricîlerin görüşlerini benimseyerek halifenin adaletsiz olduğu takdirde görevden düşürülmesi yani azlinin gerektiği bunun için de kıyam fikrindedirler. (Adnan Ulutaş, Osmanlı İmparatorluğu’nda Hilafet Ve Saltanat Müesseselerinin Hukuki Mahiyeti, İstanbul Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2007)
***
Buyurun... Bu görüşleri savunanların hepsi Müslüman!
Sünnîler, “anarşi” çıkmasın diye, saltanat kuran Emevîleri desteklediklerine göre, zamanımızda da “saltanat” geçerli... Zaten padişahlık savunulmuyor mu?
Daha, yakın zamanda yazdım... III. Meşrutiyet’teyiz. Eskiden Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e yol alınırdı, şimdi, Meşrutiyet’ten sultanlığa yol açılıyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni incelediğinizde benim yazdıklarıma hak vereceğinize hiç şüphem yok!