Dostumuz Kim, Düşmanımız Kim?
Sayın Cumhurbaşkanı: "Türkiye'nin bekası, vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği, her türlü politik hesabın üstündedir" diyor. Bu cümleye itiraz edecek hiçbir milliyetçi olamaz. Çünkü Türk milliyetçiliğinin temel gayesi zaten budur.
Ayrıca milliyetçiliğin temel amacı, milli birlikçi siyaset gütmektir.
Millet denilen bütünü bozmadan ilelebet devam ettirmektir.
Öte yandan bu cümleye hiçbir Atatürkçü, ulusalcı da itiraz edemez. Çünkü Kuvayı Milliye'nin yegâne varlık sebebi buna dayanıyordu.
Geriye kim kalıyor?
Liberaller.
İslamcılar.
Bölücüler.
Bölücüler hariç geriye kalanların tamamı da itiraz edemez.
Demek ki Sayın Cumhurbaşkanı en can alıcı cümleyi 17 yıllık iktidarı sürecinde işte tam da şimdi kurdu.
Cümlede sorun yok.
Sorun pratikte.
Bugüne kadar süre gelen bütün yaşanmışlıklarda.
Pratiğe/uygulanagelene baktığımızda; "ayaklar altına alınmış bir milliyetçilik", devlet düzeninden kovulmağa çalışılan, ötelenmiş bir "Atatürkçülük", kurumları darmadağın edilmiş bir Cumhuriyet, tarımı dışa bağımlı hale getirilmiş, hayvancılığı gerisin geriye gitmiş, ekonomisi inişe geçmiş, alabildiğine borçlandırılmış ve bunun de ötesinde işgücü sokağa terk edilmiş bir Türkiye manzarası görüyoruz.
Ülkenin 17 yılını ağırlıklı olarak konut ve ulaşım sektörüne harcadıktan sonra hâlâ "büyüdük, dünyanın en büyük ekonomisiyiz" diyen bir iktidar sürecindeyiz.
Akdeniz'de kuşatılmış, Suriye'de tıkanmış, Ege adalarında öz haklarını unutmuş, içerde İstanbul belediyesini tartışan, seçim sonuçlarını gizli güçlere bağlayan ve fakat bunları somutlaştıramayan AKP gündeminin karmaşasının içindeyiz.
"82 milyon hep birlikte Türkiye ittifakı olarak hareket etmeliyiz…" cümlesi ne kadar güzel bir cümle. Ne yalan söyleyeyim hasret kalmışız bu ve benzeri sözlere.. Bu sebeple "ah! Keşke" demekten kendimizi alamıyoruz.. Çünkü hatırlıyorum da geçmişte bu birlik ruhunu yaşatmak için ne çileler çektik..
İsterseniz Yusufiyelere sorun..
Taş medreseler cevap versin.
Mamak'lar, C-5 koğuşları haykırsın çilemizi.
Ama daha dün, zihnimizin bütün dehlizlerinde yankılanan sevdamız vatanın kutsal aşkına, milliyetçiliğimize "ayakların altı" reva görüldü. Anayasal bir hak olan seçim yarışında girdiğimiz yola "zillet" denildi.
İncindik..
Kırıldık..
Öfkelendik..
Ve önceki gün: "Türkiye'nin bekası, vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği, her türlü politik hesabın üstündedir" denilince ister istemez şaşırdık.
İçimizde vicdanımızın sesi yükseldi ve dedi ki: Bütün kirli sözleri bir anda nasıl unutalım? Türkiye'de siyaset yapanların en büyük, en hasarlı ve en hastalıklı tarafı nedir biliyor musunuz? Söyleyeyim: Siyasal farklılıkları demokrasinin zorunlu şartı görmeyip, düşman olarak tanımlamaktır.
Hâlbuki düşman bellidir: İçte; partisiyle, programıyla ve her türlü gücüyle bölücülük, dışta ise Türkiye'nin etrafını sarıp kuşatan, askeri ve siyasi güçle ülkemize karşı art niyetli hesabı olan herkestir. Anayasal kurumlardan olan siyasi partiler ise kendi kendini yönetecek olan halkımıza siyasal sistem tarafından sunulan meşru seçeneklerdir. Onlara düşman değil, iktidar ya da muhalefet partileri diyoruz.