Dışarısı bir dert içerisi bir dert...
Rusya, İdlib'i havadan vuruyor. Beşşâr'ın İran rejiminin desteğiyle şuradan buradan devşirdiği adamları öldüre öldüre, yıka yıka yürüyor. Muhtemelen Türkiye destekli silahlı güçler karşılık verse de imkânlar, silâh üstünlüğü karşısındakilerde; ne yapılabilirler. Rusya ve destekledikleri öyle insafsızlar öyle insafsızlar ki... Halkı; çocuğunu, kadınını, yaşlısını, gencini katlederek hâkimiyet kurmaya çalışıyor.
R. T. Erdoğan, Putin'le kaç defa görüştü. Adamlarını yolladı; bombalamayın, dedi. Önceki mutabakatlara sadık kalın, dedi. Putin, karşısında "Tabiî, seni kıramam." Yağı çekti. Sonra öbür odaya geçince talimatını yağdırmaya başladı. Her bir talimat halkın üzerine tonlarca bomba demek.
En son Berlin'de görüştüler. Berlin'de, Libya için yapılacak bir şey yoktu. Hafter de kendi insanının kanını içerek netice almak istiyor. Yok ateşkesmiş, yok 55 maddelik mutabakatmış... Geçin bunları. Onun bunun uşağı Trablus'a dayanmış; sonunu getirmek isteyecektir. Türkiye orada güçlü bir hazırlık görmezse, aşiretleri ne yapıp edip kazanmaz, Hafter ve arkasındaki güçlerin aleyhine çeviremezse Libya gitti gider.
Biz bağımsız devletsek, şimdi aramızın şeker renk olduğu İsrail bağımsız devletse, Mısır bağımsız devletse, rejimleri ve tavırları ne olursa olsun, muhtaç duyulabilecekleri, ilişkide çıkar umdukları bir ülke olarak, bizim, belli oranda bir bağ kurmamız gerekir. Sen İhvan'ı devirdin. Sen, Filistinlilere vuruyorsun, sen Hamas'ı temizlemek istiyorsun, deyip geriye çekilemeyiz, her vakit "van minüt" diyemeyiz. Onları durdurmak istiyorsak, ilişkimizin olması gerekir. İrtibatı en ileri seviyede sağlamak için çaba harcamalıyız boyun eğmeden, kılınmadan... Diplomaside yollar tükenmez.
Önümüzde Sırbistan örneği duruyor. Sırplar, Boşnaklara ve Arnavutlara ne diye saldırıyorlardı? "Türk" diye değil mi? Aynı şekilde katliama girişmediler mi? R. T. Erdoğan'la, Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç'in aralarında su sızmıyor, desem yeridir. İki taraftan sık gidiş gelişler oluyor. Vuçiç, daha Radikal Parti'nin genel sekreteriyken, ortalığın karışık olduğu zamanda, Belgrad'da, onunla görüştüğümü, Müslüman unsurlara nasıl hınçla baktığını burada yazmıştım.
Çıkarlarımızı gözeterek barışık olmanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz.
Barışık olma derken...
Ya içeride? En çok içeride barışa ihtiyacımız var. Defalarca yazdım... Üzmeyelim, kırmayalım birbirimizi ve Anayasa'ya, kanunlara mutlaka uyalım. Öyle bir adalet teessüs edelim ki, AİHM'de hiç dosyamız olmasın.
Şair Behçet Kemal Gürsoy, halkın sesi. Şiirine "Dün bir düş gördüm" mısrasıyla başlıyor:
"Hayra yordum / Bir pîr geldi: / Uyanık olun / Kendiniz bilin / Faydası yok elin / Eldeki son kale / Giderse geçmez ele / Siz uyuyadurun hele / Küffar top yekûn geliyor / Her yolu deniyor / Tanrı sizi sınıyor / Kardeş kardeşe adû [düşman] / Nedir bunun adı / Uyanın dek durun..."
Dek durmalıyız... Dölek durmalıyız (Dölek: Uslu. Yozgat ağzı). Şu zor zamanda birbirimizi incitmekten kaçınmalıyız. Parti rekabetini düşmanlığa dönüştürmemeliyiz. Ama bir bakıyorsunuz... Kendi partisinin içinden çıkanlar bile düşman! İnsan tercihini hangi yolda kullanırsa kullansın... Neden düşman ilân ediyorsunuz ki...
Zor dönemdeyiz zor... Dünya karışık, biz karışığız.
Dışarısı bir dert içerisi bir dert...