Din, çıplaklık, yasak...
Kadınların giyim kuşam ve davranışları sık sık tartışılıyor. Her şeyin başörtüsüyle bittiğini sananlar, ellerine dürbün almışlar, ufukları gözlüyorlar. Başını açan var mı yok mu?
Doğuda bir komşu ülkede kadınlara illâ başınızı yarım baş da olsa örteceksiniz baskısı... O komşunun daha ötesine, Afganistan’a gittiğinizde “İslâm” adına akla ziyan uygulamalar... Kadın dört duvar arasına hapis.
Türkiye alabildiğine serbest... Ne kadar örtünürsen örtün, ne kadar açılırsan açıl... Ama ne zamana kadar?
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri oldu. Baskıcıların adayı seçildi. Bu dönem son şansları... Ya örtünme evresini bitirecekler, bütün tarikat ve cemaatleri, nasıl anılıyorlarsa o anılmalarla, kanunî statü verecekler, kadınlar üzerine Taliban-vari baskı evresine geçecekler... Kendilerine göre “nas” üzerinden yürüyecekler... Görünen o.
R. T. Erdoğan’ın sözleri kayıtlı. Ne demişti: “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.”
R. T. Erdoğan’ın, Taliban için Sünnî Müslüman oluşlarını kastederek bu sözleri söylediğini düşünsek bile, Taliban’ın daha önce yönetiminde “İslâm” adına İslâmda olmayan baskılarını aklına getirmeli ve şerhli konuşmalıydı. (Taliban’ın önceki yönetim devresi 1996-2001)
Yakın zamanda yayınlanan iki yazılarımdan alıntı vereceğim, sonra bir mektup...
Birinci alıntı:
“Afganistan’da Taliban rejimi gün geçmiyor, kadınlara dair yeni daraltmalarını açıklamasın.
Ya Türkiye nereye gidiyor?
Yaz geldi festival tartışmaları aldı yürüdü. Yasaklar peş peşe geliyor. Daha önce salgın hastalık sıkıntısı vardı, festivalleri yasaklamak için bahane hazırdı. (...)
Mesele ne salgın hastalık ne insanların hoplayıp zıplaması...
Mesele kendilerinin çizdiği ahlâk haritasını hayata getirmek. Kim için, ne için hayata geçirecekler? Elbette ‘İslâm’ın arkasına sığınarak.” (Arslan Tekin, “Türkiye’de din nasıl anlaşılıyor?”, Yeniçağ, 12 Temmuz 2023)
İkinci alıntı:
“Birtakım kuruluşlar, kendilerince ‘İslâmî’ referansla halkın davranışlarına ölçü koymak/koydurmak istiyorlar.
Bunlar ne kadar ölçü koymak/koydurmak isteseler, insanlar onların istemedikleri uç davranışlara savruluyorlar.
Özellikle büyük şehirlerde sokaklar çıplaklar kampı gibi... Sanki iktidarın farklı yönlendirmelerine inat bir protesto gösterisindeler. Ne yapacaksınız? ‘Böyle de giyilmez ki...’ mi diyeceksiniz?” (Arslan Tekin, “Festivaller iptal ettirdim ‘din’ adına!”, Yeniçağ, 13 Temmuz 2023)
İkinci alıntıda “insanlar onların istemedikleri uç davranışlara savruluyorlar. / Özellikle büyük şehirlerde sokaklar çıplaklar kampı gibi...” satırlara dikkatinizi çektikten sonra mektubu vereceğim:
“Sayın Tekin, önceki gün ‘Festivaller iptal ettirdim..’ başlıklı yazınızın ilk bölümünde geçen, ‘..şehirler çıplaklar kampı gibi...’ ifadesinden yola çıkarak, şahsıma ait gözlem ve düşüncemi açıklamak istiyorum.
Şahsen gelinen noktada taraf olmak istemiyorum. Yaşları 20-30 arasında iki kız babasıyım. Evimizde herhangi bir yasak veya sınırlama söz konusu olmamıştır, konuşulmamıştır dahi, ancak dikkat çekecek ya da bir Anadolu kasabasında bile göze batacak ölçüler aşılmamaktadır.
Amma velakin, burada başka bir husus ve zorluk var. Çoğunluk için önemsiz olabilir, bence önemli bir ayrıntı. Eşim ve iki kızıma giysi satın almak istediğimizde, en çok benim göbeğim çatlıyor, nerdeyse orta halli, klasik ve makul olanlarını bulamıyorsunuz. Ya Ukraynalı bayanların tercihlerine yönelik (küçümseme değil, tarif için) uç noktalarda modeller, ya da tesettür denilen ucubelerle karşılaşıyorsunuz. Mesela, şu anda THY'nın kadın personelinin eteklerini, pantolonlarını vs.ni (tabii, THY'ninkiler Vakko falandır, sipariştir, pahalıdır) orta direk mağazalarda yok oğlu yok. Kusura bakmayın, Cuma saatinde kapısına ‘namazdayım’ yazısı asıp camiye giden esnaf kesimi de buna dahil. Sorunca, sürümü olan malın üretilip satıldığı gerçeğini öğreniyorsunuz. Yani iş ticarete gelince, herkes Adam Smith, her işletme ‘görünmez el.’ Yani, % 99 da olsa, Cuma vakti dükkânını kapatsa da, ticaretin gerçeği değişmiyor. Yeter ki mal satılsın, isterse çıplaklar kampı tarzı olsun.)
Sayın Tekin, liseyi (Öğretmen Okulu 1973-1976) Kırşehir'de okudum. Yazılarınızda geçen bazı isimleri şahsen tanırım, hatta bunların bazılarıyla halen karşılaşırım. Yaşımız belli bir yere geldi, insanlar yaşlandıkça dine yöneliyorlar, ben de tersine bir gelişim oldu. Şu an görebildiğim, bizdeki din anlayışı, ‘olma’ değil, ‘görünme’ üzerine ayarlı. Dolayısıyla camide hepimiz Müslümanız, ama sadece camide, özü camide kalıyor. Ülkeye ve topluma hâkim olan algı ve anlayış bu, sonumuz hayrola.
Bakın, Kurtuluş Savaşı'nın 100. yılını ne kadar sakin ve silik atlatmayı başardık, Cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümü de aynı mertebeyi pek geçmeyecek gibi. 1978'lerde, bir sigara paketinde renklere bakıp ‘alım-morum-sarım, 85'te iktidarım’ şeklinde tekerlemeyle, çok uzun gözüken 7-8 yıl için sabırsızlananların getirildikleri yer ve zaman ortada.
Sayın Tekin, bunlar şahsi düşüncelerimdir, iddiam yoktur, saygılarımı sunarım.” (Öztürk)
Geçen hafta sonu en küçüğün mezuniyet törenindeydim. (Özel üniversite. Tam burslu girmişti. Bölümünü dereceyle bitirdi.)
Çok kalabalık ve inanılmaz bir çıplaklık. Elbette tesettürlüler de vardı. Üniversite birincisi Türkiye dışındandı ve tesettürlüydü. Tesettürlülerin ve çıplakların birbirlerinden ayrısı gayrısı yoktu. Sınıf arkadaşları çok yakın, çok samimi idiler.
Din, çıplaklık, yasak...
Din adına bu kadar konuşuyorlar, kendilerine göre kaideler belirliyorlar, ama bir tülü farklı giyimlileri kendi hizalarına getiremiyorlar. Yasak mı koyacaklar? Mümkün mü?
“Lâ-ikrahe fi’d-dîn…” (Dinde zorlama yoktur.) (Bakara, 2/256)
Ayetin tefsirini Diyanet’in yayınından alıyorum:
“Karşılığında bir ceza öngörülmeyen haramların çiğnenmesi ve farzların ihmaline gelince bu alanda müslümanların ‘emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker’ denilen ‘sosyal ahlâk ve düzenin korunması’ görevleri devreye girmektedir. Bütün müslümanlar bilgi ve ilgilerine göre bu göreve katılırlar. Ancak bu görevin de öğüt, telkin, ikili ilişkileri ayarlama çareleri genel olmakla beraber müeyyide uygulama görevi genel değildir, devletin veya halkın görev verdiği kurum ve şahıslara aittir. Burada da yaptırım uygulanarak yapılan zorlama, müslümanların ceza tehdidi altında dinlerini yaşamalarını sağlamaya yönelik olamaz. Çünkü böyle yaşanan din din değildir; ibadet ibadet değildir. Zorlamanın gerekçesi İslâm’ın hâkimiyet sembollerinin (şeâir), genel ahlâk ve düzenin korunmasından ibarettir.” (Kur’an Yolu Tefsiri, C. 1, S. 402-407)
Bu olmadı, yeni tefsir yazalım mı diyecekler?