Din adına vatansızlaştırma
Demek ki neymiş, vatan, “toprağın din dışılığı yani sekülerleşmesi imiş.” Eğer toprak din dışıysa elbette onun yarattığı vatan da safsata olacaktır. Bu anlatımı biraz daha açmak için fikrin sahibi Ali Bulaç’a kulak verelim: “Avrupa’da vatanı ortaya çıkaran amil, ‘toprağın sekülerleştirilmesi’dir. Sekülerleşmeyi şeylerin, yapıların ve genel anlamda varlıkların Allah karşısında özerkleştirilmesi ve hayatın bütün alanlarında dinin dışarı çıkarılması olarak tanımlıyorum.”
Zaten problem de burada, anlamada.
Birincisi; toprak sekülerleşmez. Çünkü toprak insan gibi inanç taşımaz, üzülmez, kırılmaz. Toprak maddedir. İkincisi; sekülerleşme, kişilerden çok siyasal sistemlerin, işleyen düzenin, bizzat siyasalın kendisinin dünyevileşmesidir. Üçüncüsü; siyaseti kutsallaştıramazsınız. Siyasetin doğasında tüm zamanlar için geçerli doğrular yoktur. Siyaset iktidar gücünden beslenir. Ve siyasetin ahlakı duruma, yere ve zamana göre değişir. Siyaseti kutsallaştırdınız mı size sorarlar: İktidar gücünü dinden alıyor ise kimi iktidarlar neden başarısızdır? Tarihte yüzlerce İslam devleti yıkılmış, demek yüzlerce kere de başarısız olmuş demektir. Enerjisini dinden aldığını söyleyen iktidarlar ve devletler nasıl oluyor da yıkılıp yok oluyorlar?
Bulaç’ı okumaya devam edelim.
“Avrupa’da, ulus devletlerden önce toprakların 1/3’ü kiliseye aitti. İmparator, kral veya prenslerin toprakları üzerinde yaşayanlar da kiliseye ve papaya bağlıydı. Batılının dinî-kültürel kodlarında ‘din ile kilise ayniyeti’ söz konusu olduğundan, toprakların, kilise ve papanın denetiminden kurtarılması demek ’dinin dışına çıkarılması’, yani sekülerleştirilmesi demek oldu.”
Avrupa ile ilgili tespitler doğrudur. Ancak anlamlandırma eksiktir. Avrupa’da kilise iktidarı, aynı zamanda basamaklı toplumsal yapıyı koruyan, kendi egemenliğinde verdiği içtihatlarla bilimsel gelişmeleri engelleyen bir siyasal düzen koyucusuydu. Siz, vatansızlaşmayı, kilise ve papalık düzeninin doğruluğunu ve dolayısı ile de, bölünmüş toplumsal yapıyı mı savunuyorsunuz? Bu durumda, kölelik, senyörlük, lordluk, köylülük yani toplumsal kategorileşme, bölünmüşlük dinin gereği, dolayısı ile ilahi mi oluyor? Sizin deyiminizle, “varlıkların Allah karşısında özerkleştirilmesi” yerine Allah’a sığınması böyle bir düzeni mi zorunlu kılıyor?
Allah’ı doğru anladığınızdan emin misiniz?
Ali Bulaç’a göz atmaya devam edelim.
“Bu kadarla da değil, cismani iktidarın somutlaştığı coğrafî alan din-kilise karşısında özerkleşince, aynı zamanda yasaların da laikleştirilmesini beraberinde getirdi, böylelikle sekülerleşen toprak ‘vatan’ oldu.”
Öyle olmadı. Sekülerleşen toprak olmayacağından, sekülerleşen toplum olacağından, o toplumun yaşadığı coğrafya, hürriyet, adalet ve özgürlük bağlamında bölünmüş yapıyı ortadan kaldırınca, yani Allah’ın kulları arasında Ortaçağ’ın getirdiği parçalı sosyal yapı eşitlenince, o insanların yaşadığı toprak “vatan” adını aldı. Çünkü o insanlar arasında kölelik kalktı. Senyörlük, serflik, ruhban sınıflığının imtiyazları yok oldu. Hepsi bir bütünün parçalarına dönüştüklerinden onlara aynı vatanın çocukları, aynı yurdun evlatları denildi ve böylece yurttaş oldular. Yurttaşların oluşturduğu büyük topluma da millet, kurdukları yönetime de cumhuriyet ve demokrasi denildi.
Son olarak şu sözlere kulak verelim:
“Vatandaş dine, Allah’a ait mü’min değil, din-dışından hareketle yasasını koyan, vatana ait ulusun bireyi, yani vatandaşı/yurttaşıdır” diyorsunuz. Haklısınız. Çünkü “yurttaş” dediklerinizin her biri “yaratılmış” olanlardır. Ve o yurttaş iradesini, yaradılışın bir gereği ve sonucu olarak verili bir hak olarak kullanır. Bu durum, dindışılık değil, Allah tarafından kullarına verilmiş bir yetkinin kullanımıdır.
İşte vatan, bu iradenin kutsallaştırdığı mübarek bir alandır.