Diktatörlükten farkı ne!
Niğde Üniversitesi’ndeki akılları durduran, lisede, ortaokulda bile görülmeyecek, görülmemesi gereken soruşturmayı dün yazdım. Öcalan/Erdoğan ikilisinin “Âkil Adamlar”ına, üniversitedeki toplantıda soru sordukları için, “örgüt” bağlantısı arayarak soruşturma başlatılmıştı.
YÖK Başkan Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’ya, “Bu soruşturmadan haberiniz var mı?” diye seslenmiştim. Bütün Niğde’nin merakla beklediği soruşturma sonucunu, bundan sonra bütün Türkiye merakla bekleyecektir.
Soruşturmaya uğratılan 11 öğretim üyesine “Ülkü Ocakları”yla bağlantıları olup olmadığı, birilerinden emir alıp almadıkları sorulmuş! Bu tür sorular, soranın seviyesinin ne kadar düşük olduğunu gösterdiği gibi, Türk ilim adamlarının böyle sorularla muhatap edilerek aşağılanması, Türk üniversitelerinin hazin durumunu ortaya koyar.
Ülkü Ocakları, dernekler kanununa göre faaliyet gösteren bir müessesedir. Yaşı müsait herkes bu derneğe üye olabilir ve faaliyetlerine katılabilir. 1968’den beri Ülkü Ocakları vardır. Ülkü Ocakları’nın ülke birliği için vazgeçilmez bir kuruluş olduğunu hatırlatmama her hâlde gerek yoktur. Art niyet taşımayan, bölücü emeli olmayan herkes bunu kabul eder.
Hadi öğretim üyelerinin Ülkü Ocakları ile bağlantısını tespit ettiniz, diyelim... Ne yapacaksınız? “Örgüt suçu işliyor.” mu diyeceksiniz? Kanunun hangi maddesinde bu yazıyor? İnsan öğrenciliğinde bu kuruluş içinde faaliyet göstermiştir, öğretim üyesi olduklarında, konferans vermiş, konferans dinlemiştir... Hepsi mümkün... Daha yakın zamanda bütün Türkiye’den 800 dolayında öğretim üyesi MHP’nin Antalya’daki toplantısına katıldı. Bu katılanların hemen hepsinin Ülkü Ocaklı geçmişleri olabileceğini belirteyim.
İnsanların iradelerine ipotek koyarak, imza karşılığı, toplantıya katılmalarına mecbur ediyorsun, sonra soru sorunca, “Niye soru soruyorsun? Seni kim yönlendirdi? Hangi örgüte bağlasın?” diyerek sorguya çekiyorsun!
Ülke ismi vermeyeceğim; “Diktatörlükler.” diyeyim. O ülkelerde, hem öğrenci, hem öğretim üyesi, hem gazeteci olarak bulundum. Karşılaştıklarımı, duyduklarımı şurada yazsam, aynısının Türkiye’de uygulandığını hayretle görürsünüz.
Öğretim üyeleri üzerindeki asıl bu baskı bir “örgüt”ün gayesine hizmet ediyor demektir. Hükûmetin “PKK açılımı”na destek vermek için bütün bu baskılar... Mantık yürütürseniz şu sonuç çıkar: Üniversite yönetimine, birileri, “Aykırı ses çıkaranların boynunu kırın!” talimatını vermiştir. “PKK açılımı”nın yürüyebilmesi için bu şarttır. Bu baskılar, Kandil’e destekten başka ne anlam taşır! Demek ki, baskı uygulayanlar “örgüt”le birlikte hareket ediyorlar, demezler mi! Şartlar değişince -kesinlikle değişecek- “örgüt”e destekten mahkemeye çıkarılmaz mısınız?!
Kanunları, yönetmelikleri de hiçe sayarak soruşturma yürütüyorlar.
En tehlikelisi; öğretim üyelerinin, Öcalan/Erdoğan ikilisinin “Âkil Adamlar”ını sorularıyla köşeye sıkıştırdıkları için soruşturulmalarının ötesinde, PKK sempatizanı öğrenci bulup onlara, bu hocaların dersleri gereği, Türk dilini, Türk edebiyatını, Türk tarihini... kısaca “Türk”ü anlattıkları için “bölücülük” yaptıklarına dair şahitlik etmelerini istemeleri... Yazık!