Devletler, amellerinden sorumlu değildir...

Devlet eliyle dayatılmış, tek biçimci bir dindarlık anlayışının resmileştirilmesi aşamasındayız. Milli bayramlar ve Türk adının terk edilmesiyle başlatılan “Türksüzleştirme” çabalarının bir devamı olarak, “milliyetsiz dindarlık” ve buna dayalı bir kimlik inşasının tam ortasındayız.
Bunun adına “pembe devrim” ; ilerisinde gerçekleşecek olan devlet biçimine de “ılımlı İslam devleti” diyorlar.
Kürtaj üzerinden yürütülen tartışmanın temelinde, tek biçimci, baskıcı ve devletleştirilmiş, yukarıdan dayatılan bir değişim/dönüşüm programının yavaş yavaş ortama sürüldüğü gün gibi aşikâr. Elbette yüce dinimizin kuralları, inanan herkesi bağlar. Ve elbette ki yüce dinimiz İslam’a inanan herkes, yaptıklarından (amellerinden) sorumludur. Ve bu sorumluluğun ne kadarının nasıl yerine getirildiği, inanç sahibi herkesin bildiği gibi öbür dünyada sorulacaktır.
İnandık iman ettik. Bu tamam.
Tamam olmayan şey, bireyin kişisel sorumluluğu değil, bireyin hayatının devletleştirilmesidir.
Özgün ve özgür hayat, özgün ve özgür beden, özgün ve özgür karar olmayacak; yerine herkes ve hepimiz adına düşünen bir otorite kurulacak. Kısacası hayatımızı, yaşama şeklimizi, nerede nasıl davranacağımızı bilme yetkisinde olduğunu sanan ve kendini amellerimizin jandarması kabul eden bir siyasal otorite inşa edilecek.
Hz. Peygamberden sonra kimseye vahiy gelmemiştir. Ama onlar, kendi algılarında bir “Tanrı devleti” hayal ediyorlar.
Allah’ın devleti, partisi, futbol takımı olmaz. Evi, arabası olmaz. Allah hâkimdir. “Ol deyince oldurandır.” Kadir-i mutlaktır. İnsanlarla yarışmaz, insan davranışlarına indirgenerek bir devlet yönetmesi istenmez.
Kısacası, Allah, insan seviyesine indirilemez.
Bir şey daha; şimdiye kadar cennete ya da cehenneme gitmiş bir devletten söz eden olmadığı gibi hiçbir dinin ayetinde de bundan söz edilmez. Dolayısı ile devletlerin amelleri öbür dünyada geçersizdir.
Esas olan kullardır.
Üstelik kullar, toplum olarak değil; bireysel olarak sorgulanacaktır. Başka bir ifade ile herkes, kendi yayıp eylediklerinin hesabından hem topluma ve hem de kendisine karşı sorumludur.
Bu durumda devletlere ve siyasete ne oluyor ki, birey adına düşünüp, onun adına karar verip, bu yaptıklarını da “Allah böyle istiyor” diyerek otoriter ve teokratik bir devlet inşa etmek istiyorlar?
Eğer siz “devlet İslam devletidir” diyorsanız, birileri de sorar: Başarısızlıklar da İslam’ın mıdır? Devlet içinde yürütülen adam kayırmalar, iltimaslar, haksız ihaleler, yükselen enflasyonlar da İslam’ın başarı ya da başarısızlığı mıdır?
Elbette değildir.
Başarılı ya da başarısız olanlar, adaletli ya da adaletsiz olanlar insanlardır. İşte bu sebepledir ki dinlerin devleti olmaz. Ve dinler, politik araç yapılmaz.
Ancak kişilerin dinleri, toplumları ve devletleri olur.
Taliban mantığında olanlar, İslam gibi barış ve adalet dininden cinayet ve savaş teorisi üretiyorlar; Tayyipgiller de geçmişte eleştirdiklerini tekzip ederek, bireysel hak ve özgürlükleri devletleştirip, bunu da kutsala bağlamaya çalışıyorlar. Halbuki Kemalizm’i eleştirirken “yaşam alanımıza müdahale ediliyor” diyorlardı. Şimdi “herkes bizim yaşam biçimimizi kopyalasın” diyorlar. Ve bunu yaparken de sadece Kemalizm’i yok etmiyorlar; aynı zamanda “Türklüğü” ortadan kaldırarak, toplumsal kimliği (milliyeti) olmayan ve fakat bir dinî kimliği olan kimseler yetiştirmek istiyorlar. Bu evrensel milliyetsiz Müslümanlar, ılımlı İslam devletinin yurttaşları olacaktır. Hesap bu.

Yazarın Diğer Yazıları