DEM’likçiler, devlet içinde devlet yolunda...
DEM’likçiler, devlet içinde devlet olmak için hemen harekete geçtiler. Diyarbakır’da Belediye Başkanlığı DEM’likçilerde. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin X hesabından hayırlı olsun notunu etnisite diliyle yazdılar. İlk icraatları da esnaf dükkân tabelalarını “Kürtçe” yazarsa, vergi indirimi uygulaması. Belediye başkanı seçilen eş başlardan dişi olanı “Kürtçe isimleri tercih edecek olan işletme sahiplerine vergi indirimi uygulayacağız." diye yazmış X hesabından.
İlmî çalışmalarda etnisite üzerine istediğiniz gibi araştırma yapabilirsiniz. Dilinin geliştirilmesini bile isteyebilir, gerekli argümanları kullanabilirsiniz. (Bu meseleyi sonra PKK/HDP’den milletvekili seçilen rahmetli Prof. Dr. Kadri Yıldırım’la tartışmıştık, demeyeyim de fikir alışverişimiz olmuştu. Kadri Yıldırım, milletvekilliği sırasında HHDP/PKK’nın içyüzünü görmüş ve onlardan koptu. Sonra beni aradı, görüşüp konuşacaktık. Ne yazık ki vefat haberini aldım. Onun üniversitede etnisite dili üzerinde ayrıntılı çalışmaları vardır.)
Diyarbakır sanki ayrı bir ülkenin başşehri gibi, belediye binasının üzerinde de “etnisite” diliyle büyükşehir belediyesi yazılı. (Bu yazı da Ak Parti iktidarının eseri.)
Her taviz yeni tavizleri getiriyor.
Tavizlere karşı ilk ses Saray iktidarından mı yoksa CHP’den mi çıkması lâzım? CHP’liler hani diyorlar ya biz Atatürk’ün partisiyiz...
Mustafa Kemal Atatürk, ayırıcı değil, birleştiriciydi. Etnisitelerin aynı çatı altında yoğrulması hedefiydi.
Asabiyet öne çıkarılınca ister istemez, tartışmalar da başlar. Belli sınırlar içinde birlikte yaşayan, yaşamak mecburiyetinde olan kitleler, birbirleriyle de ister istemez kaynaşırlar. Beka için kaynaşma şarttır. Hadi ayrışalım, ayrı yaşayalım, ayrı mahalleler, ayrı köyler, ayrı şehirler kuralım... Kim ne kazanacak?
“Türk” Türk ise, etnisiteler de kendi aidiyetlerini öne çıkarırlar, denebilir. “Türk” aynı sınırlar içinde yaşayan herkesi ifade eder. Mustafa Kemal de “... Türk olana” demiyor, “...Türk’üm diyene” diyor.
Türkiye’de etnisiteden bahsedilirken verilen rakamlar değişik. (Şimdi buna girmeyeceğim. Sonra ele alacağım.)
Her etnisitede, kişinin özelinde elbette asabiyeti kendisi için iftihar vesilesidir. Herkes bunu kabul etmek mecburiyetindedir. Ama bütüncülük içinde ayrıksı hareket, ayrışmaya yol açma, ancak ve ancak “düşman”ı sevindirir.
Ak Parti geçmişte denedi. PKK’yla anlaşacak, istediklerinden bir şeyler verecek, sonra onlar susacak, devlet yürüyecekti.
Başından beri tecrübeyle sabit. Hiçbir parti tavizle, ayrıkçıları durduramadı.
Öncesinde ANAP’ın kurucusu, başbakan, cumhurbaşkanı Turgut Özal, PKK’ya yanaştı. “Yanaşma”yla meseleyi halledeceğini sandı; fena hâlde yanıldı. (Turgut Özal döneminin baş misafirleri PKK’yı besleyen Celal Talabanî ve Mesud Barzanî idi. İkisine de ABD’nin telkiniyle kırmızı pasaport verildi. (“İmralı’daki Konuk” kitabımızda, Celal Talabanî’nin Turgut Özal ve Süleyman Demirel’le ilişkilerini kendi ağzından ayrıntılı verdik.) O dönemde de gerçekleri haykırdım, çok ağır yazılar yazdım.
SHP’nin başındaki Erdal İnönü bunları denedi. O zamanki PKK’nın legal kuruluşu HEP’liler 22 kişiyi TBMM’ye soktu. Netice? Hüsran. HEP, kapandı, birçok milletvekili hapsi boyladı. SHP tepetaklak gitti.
2010’lu yılların başında da “çözüm” diyerek PKK’ya yine yol açıldı. Nevruzlarda Abdullah Öcalan’ın mektupları okutuldu. Dolmabahçe Sarayı’nda mutabakat metni imzalandı. PKK’nın talep ettiği bölgelerde valilere, PKK ne yaparsa yapsın dokunmayın, dendi. Sonu yine hüsran. Örülen “özerklik” duvarlarını yıkmak, kazılan savunma hendeklerini aşmak için bine yakın şehit verdik.
A. Öcalan’ın istediği bütün talepler kabul edildi. Sen verdikçe o istedi. Eş başkanlık bile A. Öcalan’ın emrivakisiydi. Sol/komünistlerle iş birliği yapan bir parti, ülkeyi parçalamak için bütün kapıları zorluyor. Maalesef Atatürk’ün partisiyiz diyenler, ortaya çıkıp yıkıcılara karşı kesin bir dil kullanmıyorlar, kullanamıyorlar. Hâlbuki hepimizi kucaklayan kubbe yıkılırsa, ilk altında kalacaklar da kendileri. Halkımız asla bunları affetmez.
“Çözüm/Çözülme” döneminde PKK/HDP milletvekilleri Abdullah Öcalan’dan akıl alıp gelsinler diye İmralı’ya gönderilmişlerdi. Eş başkanlığı Abdullah Öcalan’ın kendi dilinden okuyalım, gerçekleri görelim, varılacak yeri görelim:
“A. Öcalan: ... Bu kadın kotası yanlış kavranıyor. Burjuva kapitalistleri gibi ifade ediliyor. Biz eşbaşkanlık sistemini getiriyoruz. Artık kota anlamsızdır. Cünkü tam eşitliği sağlamış oluyoruz. Eşbaşkanlık hızla hayata geçirilmeli. Eşbaşkanlık kadın ve erkek özgürlüğünü muazzam çözen bir şey. Bunu anlamanız lazım. Başbakan bile bunu yasallaştırdı (Tam bu sırada Sırrı’ya dönerek kahkaha atmaya başladı). Sayın Süreyya, siz bunu televizyonda çok iyi anlattınız. Onlar eşbaşkan deyince bir başka erkek aramaya başlıyorlar. (Yine kahkahayla gülmeye devam etti) Yahu hiç öyle olur mu? Haşa, homoseksüel birliktelik gibi olur bu. Bu sistemi doğru işletmek lazım. Türkiye’ye muazzam bir katkı sağlar ve adaylık sorunlarını da çözer. Yani artık elimizde muazzam bir anahtar olmuş oluyor. Bununla adaylıktan kaynaklı her sorunu çözeriz. (9 Kasım 2013)” (İmralı Notları, s. 172)
Hâlbuki Danıştay, eş başkanlık sistemini hukuka aykırı bulmuş, 2016’da, Van’da idare mahkemesinin eşbaşkanlıkla ilgili verdiği yürütmeyi durdurma kararına yapılan itirazı reddetmiş ve kararı onamıştı.
Hukukçu Prof. Dr. Ersan Şen de 9 Şubat 2024’te X hesabında, eş başkanlığın Anayasa’ya aykırılığını delillerle ortaya koyuyor.
Ak Parti’nin günahı o kadar çok ki... DEM Parti, Ak Parti’nin de gerilediği şu zamanda, ne kaparsak kâr hesabıyla yürüyecek, devlet içinde devlet gibi hareket edecek.
CHP şimdi birinci parti. Ülke bütünlüğü mesuliyeti CHP’nin omuzlarında. DEM’e verilecek her taviz, yıkıma giden yola taş döşemektir.