Değişimi yöneten yeni strateji nedir?
Aktörleri, kuralları ve vizyonu çok farklı yeni bir dünya düzeni ile karşı karşıyayız. Eski sistemin yerini yeni aldığından beri toplumsal değişimin yönü, işleyişi, hedefleri de değişti. Yeni durumu anlamayan veya görmeyen, eski kalıp sistemler üzerinden süreci değerlendirmeye kalkanlar, küresel gerçeği doğru yorumlayamayacaktır.
Etrafımızda cereyan eden toplumsal hareketlerin, siyasal dönüşümü tetikleyen dinamiklerin arkasında işte bu yeni küresel değişim paradigması var. Çok kutuplu bir dünya düzeninin parçasıyız artık.
İki kutuplu dünya sisteminde gruplar ve grupların liderleri vardı. Bunlar dünyada neler olacağını ve yapılması gerekeni tasarlıyor, bağlılarını da buna katılmaya zorluyordu.
Şimdi? Şimdi başka bir sistem var: Çok kutuplu “Yeni Dünya Düzeni!”
Libya’da, Mısır ve Tunus’ta meydana gelen olayların siyasal dönüşümü işte bu yeni küresel dinamikler üzerinden yürütülüyor.
Karar süreci, politikaların belirleyicileri ve kullanılan araçlar farklı.
Nedir onlar?
Söyleyelim: “iletişim, bilişim, düşünce strateji ve teknoloji.”
Yoksa Libya lideri Kaddafi’yi çadırında vuran Amerika, 1986’da şimdiki yöntemi benimseyerek bir pembe devrim harekâtı başlatamaz mıydı? Demek başlatamazmış ki bizzat bombaladı.
Öyle ise çok kutupluluk şartları ve bunların değiştirici araçları önem kazanmış.
Dikkatinizi çekerim: Ortada bir “kamu diplomasisi yöntemi” var.
Nedir o, derseniz açıklayayım.
Adı çok yeni olsa da içeriği az çok bildiğimiz kavramlardan oluşuyor. “Kamu diplomasisi”, ortak hedefler yaratmada etkin ve nitelikli yönetim aracı olarak düşünülüyor. Eğer bir ortak hedefler var ve bunun başarısı gerekiyorsa, “kamu diplomasisi” kurumlarını (iş adamları, STK’lar, düşünce kuruluşları, üniversiteler vb.) ne kadar etkin kullanılırsanız o kadar başarılı olacaksınız demektir.
Hatırlatırım. Pembe devrim dedikleri tam da bir kamu diplomasisi yöntemi değil mi?
Bir ülkenin üniversitelerini, sivil toplum kuruluşlarını, kanaat önderlerini ortak amaç etrafında bütünleştirerek hedefe yöneltmeyi gerektirmiyor mu? Gerektiriyor.
Öyle olmasaydı koca kalabalıklar nasıl meydanlara dökülürdü?
Eski sistemi hatırlayın lütfen: Bir ülke liderliğinde ötekilere yaptırım uygulayacaksınız. Eğer o ülke dikleniyorsa BM’leri devreye sokacak, oraya askeri müdahalede bulunacaksınız.
Sıkıntılı iş. Askeriniz ölecek, tonlarca mühimmat taşıyacaksınız. Güvenlik sorunu çıkacak karşınıza. Girdiğiniz ülkede ister istemez yabancı sayıldığınız için orada tutunmanız zorlaşacak vs. Zor görev.
Hâlbuki çok kutuplu dünya sisteminin küresel dinamiklerinden hareketle, kamu diplomasisi yöntemini benimserseniz, işiniz ve sorumluluklarınız kolaylaşıyor. Halkı örgütlüyorsunuz, fitili ateşliyorsunuz, gerisini kendileri yapıyor. Size düşen süreci uzaktan kontrol etmek. Sıkıştığınız durumlarda devreye eş başkanlıklar giriyor. Görevlendirilmiş ülkeler rol paylaşımının gereği olarak, yardım, komşuluk, iyi niyet vs adına meseleye dâhil oluyor. Şimdilerde, Mısır, Tunus, Yemen, Libya derken Arap ülkelerinde meydana gelen toplumsal tepkileri yorumluyor ve soruyorlar: Orta Doğu nasıl şekillenecek, diye.
Cevabı kolay değil mi?
Ya halkıyla savacaklar, ya da halkını kendi kaderiyle baş başa bırakarak ülkesini terk edecekler. Öyle olmadı mı?
Siz asıl küresel değişimi yöneten dinamiklere ve bunların nasıl kontrol edildiğine bakın. Aksi halde “kamu diplomasisi” başkalarının stratejisiyle sizi kendi ülkenizde vurabilir.